Osmanlı
Sözde Soykırım İddiaları ve Batılıların Oyuncağı: Kürtler
Suriye – Filistin Cephesi
Lord – Rabbi – God – Tanrı – Terbiyeci – Öğretmen
Bir Medeniyetin, Bir Toplumun Kıyımı
Yeni Dönemin Savaşı – Ekonomi – Osmanlı Sistemi – Yeni Sistem
Sevr Hakkında İlginç İddia ve Tarihi Kanıtlar ile Cevap
Bizans ve Sonrası Anadolu’da Kültürel Etkileşimler
Roma Kültürü eski Büyük Batı Asya kültürün izlerini taşıyan bir imparatorluk olarak doğdu. Medeniyeti başkalarını yönetme olarak sürdürdü ve büyük bir imparatorluk olduğu sırada bir kavimler göçüyle ikiye ayrıldı. Batısı yok oldu ve doğusunda Bizans yaşamını sürdürdü.
Konu ile alakasız olsa da Romada dikkat çeken bir kanun hakkında bahsedeceğim. Batı Avrupa ve Roma’nın kanunlarında virgin (Bakir/Bakire) olan birisinin öldürülme hakkı yoktu. Bunu bozmak için askerler onu öldürmeden evvel aşağılık bir hareket yaparak bu kanunu geçersiz kılmak için uğraşırlardı. Bunu pek çok eski/yeni roma kültürü ile ilgili filmde göreceksinizdir.
Masumiyet ve virgin olanı öldürmeme kanunu olarak adlandırılabilir bu. Her insanın küçüklüğünde masum olduğunu ve neslini devam ettirme hakkının olduğunu gösteren Roma öncesi kültür kanunundan geçmiştir. Bu da eskiden güçlü bir toplumsal hak/kanunların olduğunu göstermektedir. Virgin birisi değil kanunda çocuk doğurmamış /denememiş insanların öldürülme hakkının olmadığını göstermektedir. Gerçekte neslini devam ettirmenin ve evliliğe kadar herkesin masum olduğunun ne kadar büyük bir önemi olduğunu göstermektedir.
Şimdi geçelim konumuza. Anadolu’ya. Bir dönem Anadolu Bizans kültürü içerisinde farklı kültürleri barındıran bir toplum olarak varlığını sürdürmekteydi. Fırat nehrine kadar kısmı tam Sonrasında olan bölgede ise yarım zaman zaman tam olarak egemen olarak sürdürmüştür. İran ile o topraklar ve Mezopotamya konusunda büyük çekişmelere sahiptir.
Müslümanlık ortaya çıkınca savaşan iki devlet İran ve Bizans bir anda Müslümanlara karşı birlik olmuştur. Kısa süre içerisinde Anadolunun doğusu Müslüman egemenliğine girmiş ve İran dağılmıştır. Bizans ise Anadolu’nun batısına sıkışmıştır. Bu durum 1000 li yıllara kadar devam etmiştir.
Müslüman dünyası kendi içinde çekişmeye başladığı anda Bizans yine doğu Anadolu bölgesine egemen olmaya başlamıştır. Bu egemenlik Ani topraklarına kadar genişlemiş ve Ermeni bölgeleri de Bizans topraklarına katılmıştır. Bu egemenlik aynı zamanda kendi Ortodoks inançlarına uymayan Ermeni Kilisesini de kendi egemenliklerine almak için Anadolu içlerine Ermenileri sürmüş ve o bölgede Bizans ve Rum nüfusunu arttırmıştır.
Baskılar ile geçen bu Anadolu döneminde Doğu Hazar bölgesinde ağır vergilerden isyan eden Selçuklular Batıya doğru yönelmiş ve tüm ağır vergilerden bıkmış usanmış olan küçük Müslüman dünyasında bulunan devletlerin egemen olduğu halkları bir araya toplamıştır. 1050 ile 1071 arasında tüm Ortadoğuyu egemenliğine alması da bu yüzdendir.
1071 civarında Malazgirt savaşında Türk Oğuz atlı birliklerin taraf değiştirmesi sonucu savaş kaybedildi denilmesinin doğruluğu ihtimal dahilindedir. Yakın süreçte Ermenileri süren Bizanslılar aslında doğuda stepne ve koruyucu kalkan görevi gören Ermenileri karşılarına aldıkları için Bizanslılar o gün Türklerin Anadolu’ya geçişlerinde bir nevi yardımcı olmuşlardır.
Selçuklular Anadolu bölgesini aldığında bu kadar kısa sürede egemenliğine alması aslında Ermenilerin ve Bizans’tan usanmış diğer halkların da destekleriyle olmuştur. O dönemde Arap Müslümanlar 400-500 sene Hristiyan olan bölge halkı ile savaşmaya kalktığında Adana bölgesinden ileriye yerleşim kurup kendilerinin yapamamıştır.
Ermeniler ile olan bu ortak girişim sonucu Anadolu Türk-Arap-Kürt-Ermeni ortaklığıyla Yunanlılara karşı savaş vermeye başlamıştır. Bizanslılar Bulgaristana öncelik verip Balkanları almaya çalıştıktan sonra Anadoluyla ilgilenirim derken iyice kaybetmişlerdir Anadolu’yu. Ardından Bu işi çözemeyeceğini ve çok güçsüz kaldığını anlayan Bizans Avrupalılara yaranıp Haçlı seferi başlatmıştır. Bu sefer ile ortak özgürlük ve adalet (az vergi ve yasal hak) savaşının karşısına Emperyalist Dominant Kilise ve Bizans’ın Yunan kültürü savaşında biraz güç dengesi sağlanmış oldu.
Osmanlılarda Ermeni Katliamı yapıldığını iddia edenler bu tarihsel gerçekleri ya unutmuş yada öğretilmeyecek şekilde tarihlerinden silinmiş olduğu için küstah bir şekilde Osmanlıyı karalıyorlar. Ermeniler Osmanlı devleti tarihi içerisinde Anadolu’nun ortak fetih ve özgürlüklerini garantiye almaları sonucu Sadık millet olarak anılmışlardır.
Anadolu halkının göçler öncesi %30’unun Ermeni olduğunu iddia edenler de bu konuda yanılıyorlar. Eskiden %10 gibi azınlık yaşamakta ve onlar da dağlardaydı. Ardından Selçuklular geldiğinde Yunanlılar yerine Araplar, Türkler, Kürtler birlikte yerleştikleri gibi Ermeniler de nüfusunu arttırmış ve yerleşim yerlerini kurmuşlardır. Bu da Yunan nüfusunun giden çoğunluğu hariç hepsinin nüfusunun artmasına sebep olmuştur.
Milliyetçilik akımları başlayana kadar Ermeniler mimari, ticari ve benzeri hayatlarda Yahudiler ile birlikte egemenlik sağlamaktaydı. Savaşlara girmemeleri ve benzeri durumlar da söz konusu olduğu için nüfuslarını arttırma şansları daha da bir yüksek olmuştur. Müslüman halklar hep batıya doğru cihad eğilimi içerisinde olduğu için asker olmuş ve savaşmak üzere çalışmıştır. Bir kısmı ise usta-çırak ilişkisi ile esnaf olarak yaşamıştır.
Milliyetçilik ve Ulus Kavramının Anadolu Dışı Etkileri
Milliyetçi akımlarda Fransızlar sonrası ülkeler kendi milletlerini (uluslarını) oluşturmayı amaçladılar. Bu akım sonrası din savaşı yanında kültür savaşı da başlamış oldu. Burada dikkat edilecek nokta Batılı devletler kendi ulusları içerisinde olan hiçbir ayrılıkçı karşısında hakları vermemek için uğraşmıştır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı sadece kendi dışında olan multi-etnik devletler için kullandıkları koz olmuştur. Bu da kendi dinlerinde çok siyasi toplum bulunan yabancı etnik devlet Osmanlının kısa sürede çökmesinde sebep olacak olay zincirinin bir parçasını oluşturmuş ve bunu da son anına kadar kullanmışlardır.
Milliyetçilik tarihlerine bakıldığında İngilizler Birinci Dünya Savaşı sonrası zorunluluktan İrlandanın güneyini bağımsız ilan etmek durumunda kalmıştır. Kuzey bölgesini de stratejik olması ve gerektiğinde yeniden İrlanda’ya girebilmek amacıyla hala daha ellerinde tutmak istiyorlar. Ellerinden geldiği kadar da İRA örgütü kurulup kendi hakları tayin istekleri olsa da izin vermiyorlar.
Fransızlar Cezayir’e girdiklerinde o bölgede kendi etnik unsurları olmayan devletleri aldıklarında pek çok Müslüman Arap ve Berber’i öldürüp yerlerine kendi vatandaşlarını yerleştirmiştir. Oralarda kaç kere isyan edilmiş olsa da onlara kendi kaderini tayin hakkı son İkinci Dünya Savaşı sonrası olan büyük bağımsızlık dalgasından sonra vermek zorunda kalmışlardır.
İspanyollar ve Amerikalılar aynı şekilde Fransız devrimi dönemi sonrası olan dönemde katliam yapmaktan çekinmemiştir. Amerikalılar önce Kızılderilileri öldürmüş ve bu halkın yeniden beli doğrulamayacak kadar azaldığında onlara haklar ve belirli çoğalmasına doğal engeller sağlayacak bölgeler vermişlerdir. Bazılarını ise çok fazla paraya boğup kendi kültürlerini unutacak kadar özgürlükler ile kendi kültür etkileri altına almıştır.
Ruslar ha keza görüldüğü üzere Uluslara bağımsızlık hakkını istediği zaman kullanmış istediği zaman görmezden gelmiştir. Dağıstan ve Çeçenistan’da kendi toprağı olarak görmüş ve uluslara kendi haklarını tayin hakları vermediği gibi Gürcistan üzerinde yaşayan Abhazya toplumları ve Osetya toplumlarına bağımsızlık verilmesi için uğraşmış ve işgal edip statüko olarak kendi topraklarına katmıştır.
Türkiye hakkında Yunanlılara Ermenilere ve Yahudilere yapılan eziyetler hakkında laf eden bir kesim var. Sürekli deportation (sürgün) edilmişler diye söylüyorlar. Fransız devrimi sonrasında olan Milliyetçilik akımları ile ilgili değişiklikler sonucu olan yeni durumda diğer devletlerin tercihlerinden çok da farklı şeyler yapmamışlardır.
Bulgaristan’da yaşayan bir Türk nasıl Sürgün edilmek zorunda kaldıysa veya Bir Ermenistan’da nasıl bir Türk yaşayamıyorsa Türkiye’de yaşayamayan Ermeni, Yahudi ve benzeri halkların durumu da aynıdır. Çünkü Devletler her zaman ulus devlet kavramına göre hareket ederken o bölgede insanları tek halk yapmaya çalışmıştır. Gelelim Milliyetçilik Sonrası Osmanlı ve Anadolu Halkına
Milliyetçilik Sonrası Anadolu
Milliyetçilik akımları Osmanlıya vardığında Ruslar Pan-Slavist Avrupalılar Pan-Christianist hareketler ile bölgede bağımsızlık ve toprakları nüfuzuna geçirme ardından egemenliğine alma savaşını vermeye başlamıştır. Osmanlı’nın çevresinde kendi kültüründen çok kişi olmadığı ve Din odaklı devlet olarak ilerlediği için Arap-Kürt-Türk milletleri hep tek kültür olarak görülmüştür. Hatta diğer azınlık Müslüman kesimler de bunlara dahil edilmiştir. Pan-Turan hakları sağlamak istediği devletler ise Ya Çin işgaline girmiş yada Rus işgaline girmiştir.
Anadolu’da yaşanan sadık milletler ve halkların kardeşliği demeci bu dönem sonrası bitmiştir. İlk önce Sırplar özerklik ilan etmiş ve Batılılar ilk olarak Yunanlıları Özgür bırakmayı amaçlayacak kadar diğerlerini aşağılık görüp onları önemsemiştir. Ardından Osmanlı Balkanlarda eskiden yerleştirdiği Müslümanlar sayesinde bir nebze hayatta kalmıştır.
Doğu bölgelerinde ise Rusya Ermenilere özgürlük fikirlerini aşılamaya başlamıştır. O bölgede kendilerine en yakın gördüğü halk onlar olduğu için kolaylıkla bu sayede Doğu Anadolu dağlarını aşacaklarını ümit etmiştir. Rusların bu fişeklemeleri sonucu sadık halk bir anda özgürlük isteyen vahşi halka dönüşmüştür. O dönem Doğu Anadolu’da bulunan çoğunluk Müslüman nüfusu nedeniyle de ani hareketler yapamamış olsalar dahi Ruslar savaşırken onların yanında ordulara katılmalar başlamıştır.
Anadolu’nun batısı ne kadar Osmanlı ile Yunan kültürü harmanlanmış olsa da Yunanlılar bağımsızlık istemekte fakat bu kadar merkeze yakın oldukları için başaramayacaklarını bilmektedir. O yüzden kendi devletleri gelip de ele geçirene kadar harekete geçmeyen uyuyan hücreler gibi davranmışlardır.
Osmanlı içerisinde Batıda eğitim gören komutanlar Ulus devlet bilinciyle bu sorunu aşacaklarını düşünmüşler ve Türkçülük akımlarına başlamışlardır. Bu Türkçülük akımları ilk başta Türk ırkçılığı olarak anlaşılsa da bir Ermeninin yazdığına göre öyle değildir. Anadolu halkı arasında ayrım gören halklar Yahudiler’dir Ermeniler’dir ve Yunanlılar’dır. Kürtler ise Türkçe Konuşmayan Türkler olarak bahsedilmiş ve Türk Tebaası olarak adlandırılan kesim Türkiye içerisinde ise Müslümanların hepsini kapsamıştır.
Türk Milliyetçiliğinde Laik kesim Müslümanları ve Milliyetçi kesimde ise dil değişimini sağlamak için uğraştığı için halk içerisinde ilk başta etnik bir unsurlar sonraları bazen zorluklar ile karşılaşmıştır.
Türk toprakları II. Abdulhamit dönemi sonrası bir anda Balkan savaşları, Trablusgarp savaşı ve Birinci Dünya savaşı olduğundan dolayı halk ve hükumet bir anda Avrupa devletlerinin Müslüman ve diğer etnik unsurlara karşı yaptığı mücadeleyi kendileri başlatmış ve tek kültür üzere bir bilinç yerleşmiştir. Devlet içerisinde bir anda küçülme travması ve yoğun nüfus göç hareketliliği ve ölümler sebebiyle egemen oldukları topraklarda hakim olma güdüsüne sahip olmuştur.
Savaş ortasında Ruslar ile ortak hareket edip isyan Ermeniler doğuda karmaşa çıkarmış ve Kürt-Türk bölgesel güçleri oralarda savaş arkasında kalan güvenlik orduları olarak karşı çıkmaya çalışmıştır. Bu durum çok zor hal alınca Ermeniler Suriye ve civarına göç ettirilmiştir. Ardından zaten o bölgeleri Ruslar işgal etmiştir. Savaş sonrasına yakın Rus devleti göçünce Türkler Ermeni ve Azeri bölgelerini Almanlar ise Gürcü bölgelerini ele geçirmişlerdir.
Türkiye devleti oluşturulmaya başlandığında Anadolu Yunan isyanları Ermeni isyanları ve Yunan devletinin saldırıları karşısında parçalanmış birlikler ile bir örgütlenme arası gidip gelen bir savaş içerisine girmiştir. Bu savaş sonrası Kafkas halkları ile arada düzen oturtturulduğunda Batı’ya yönelmiş ve Anadolu’da nüfusu çoğunluk olan Bizans iddiaları bulunan Yunanlılar ile halk değiş tokuşu yapmışlardır.
Ermeniler doğu bölgelerinde kalmış ve toprak iddia etme güdüleri hala devam etmekteydi. O yüzden Türkiye kurulduğunda ilk işi stabiliteyi arttırmak oldu. İsyan etme potansiyeli olan halk grupları olan Ermeni, Yunan (sadece İstanbul Civarında Kalmış) ve Filistin’de olan Yahudi yerleşkeleri ile bağımsızlık elde etme çabalarına girişimini öğrenilmesi sonucu Yahudiler’de bu sınıfa katıldı.
Devlet içerisinde Otorite olacak diğer sistemler devlete bağlandı. Rum Patrikhanesi ekümenik mi değil mi tartışmaları bundan sonra ortaya çıktı. Çünkü Osmanlı’da 1910 civarında tüm Ortodoks ve Katolik kiliselerini birleştiren bir yasa çıkmıştır. Bulgar, Sırp, Rus ve Yunan kiliseleri bir araya geldi tartışmaları da sonrasında devletten önce din adamlarını koruyan halkı görünce buna karşı önlem olarak verdikleri İttihat ve Terakki’nin kendi verdiği hakları Cumhuriyet Halk Fırkası döneminde geri almışlardır.
Bu sırada Kürt halkını da Türkçe konuşmayan Türkler diyerek benimseyerek aslında Türk = Müslüman olarak görmüşlerdir. Yapılan davranışlar da Gayri Müslimleri güçten düşürmekti. O dönemde Kürtler de bu durum sonrası etnik karışıklığa sokulmak üzere İngilizler tarafından kışkırtılmış ve Musul’dan Fırat’a kadar bölgeyi talep etmelerine sebep olmuştu.
İsyanlar bastırılınca talep edilen bölge İngiliz ve Türk idaresi olarak ikiye ayrılmıştır. Ardından Oyunlar oynayıp Kürtlere bölge vereceğini söyleyen İngilizler ise Süleymaniye yakınlarında kurdukları geçici Kürt devletini fesh edip Kerkük Petrollerine konmuştur.
Milliyetçilik akımları sonrası oluşan destabilizasyon (karışıklık dolu) Osmanlı bölgesi içerisinde büyük travmalara yol açmıştır. Bu travmalar müslim ve gayri müslim olarak adlandırılan iki kesiminin de birbirini düşman görmeleri ve birbirini yok etmelerine sebep olduğu için toplumsal ayrışma süreci oluşmuştur.
Süreç sırasında Devletleşme emareleri gösteren bazı yerel iktidar sahipleri özellikle geçmişte olan birlik duygularını unutturmuş ve sadece menfaatlerine gelen düşmanlık tohumları eken bir yapı içerisinde tarih bilinci kazandırmak için uğraşmıştır.
Kürt dili grubunda olan kişiler devletin içerisinde asli unsurlardan olsa da milliyetçilik akımlarında kendi dillerini koruma güdüsüyle biraz tepkisel olarak davranmıştır. Aynı zamanda Ermeniden dönme Kürtler de bu konuda kışkırtmaktan geri kalmamıştır. O bölgede bağımsız bir oluşumu desteklemek için Batılı devletler her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı verilmesi gerektiğini bahsederek bu olayı tahrik etmektedir. Aynı zamanda Ezidi ve birkaç Yahudi kökenli olduğunu düşünen ırklar ise kendi yönetimlerinde Kürdistan kurmak için çalışmaktaydı.
Anadolu içerisinde olan karışıklıklar bölge halkında bulunan travmalar sonrası dönemin ulus devlet kavramından dolayı oluşan bazal sorunlar yüzünden oluşan sıkıntılar yüzünden isyana sebep olmuştur. Doğu halkı ASALA ile başlayan isyan dönemine kadar Yahudi, Yunan ve Ermeni toplumları gibi yönetimde zor gelme durumları ile uğraştırmamışlardır. Bu durum o bölgede bulunan karışıklıkları durdurmak için sonradan başlatılmıştır.
Ermeniler geçmişini unutarak düşman kesilince, Kürtler de ulus sahibi olmak üzere çabalara girince, Yahudiler İsraili kurup katliamları da yapmaya başlayınca Yunanlılar da Kıbrıs’ta egemenlik sağlamak için saldırılara geçince hepsine karşı savunma hakkı gibi ulusta hak tanımama eğilimlerine girmesi diğer devletlerde Türklere yapılanlar gibi karşılanabilir.
Fransızların Korsika’ya bağımsızlık vermemesi gibi Türkiye’nin Anadolu’da özerk bölgeler kurmaması çok doğaldır. Nasıl ki İspanya Katalonya’nın her talebinin bağımsızlığa gideceğini bilerek karşı çıkıyorsa Türkler de buna göre davranmaktadır. Tarihi tek taraflı olarak değerlendirip ona göre yargılayan kişilerin bu konularda biraz daha düzgün bir bakış açısıyla bakmasını değerlendirmesini tavsiye ederim.
Son dönemde Türkiye civarında olan olayları genel bakış açısıyla bakarak değerlendirmek en doğru sonuca ulaşmamıza sebep olur. İktidar sahibi olmak isteyen azınlıkların isyanlarını bağımsızlık savaşçıları olarak anmak bir anda Avrupa civarına geçince tam tersi olarak pis isyancılar moduna bürünmesini sağlamak sadece Avrupa ve bu kültür sahiplerinin ikiyüzlülüğünün göstergesi olarak gözükmektedir.
Ya kendi içindeki tüm yönetimlere bağımsızlık vermen gerekli yada başka ülkelerin büyük olmalarına karşı gelmemelisin. Amerika’yı düşünüyorum da şu an diğer toplumlara özerklik verse Güney Batı Amerika Zenci devleti, Doğu Amerika Hispanic Devleti, Orta Amerika Kızılderili Devleti, Kuzey Amerika Alman Cumhuriyeti, Pennsylvania Yahudi Yönetimi ve Batı Amerika Küçük İngiliz Cumhuriyeti olarak en az 6 ya bölünmesi gerekir. Bunu kabul ediyorlarsa gelsinler Kürdistan denilen meret hakkında da onlar ile tartışmaya başlayalım.
Toplumsal Analiz II
Biliyorum insanlar sürekli güzel kıyafetler ile dolaşan, ilgilenip boş konuşan insanlar ile dolaşıyorlar. Çünkü kendileri de öyle. Dalgasına yaşadıkları hayatta herkes hızlıca ilerlerken birisi düştüğü anda arkalarına bile bakmadan ilişkiyi kesip devam ediyorlar. Çünkü düşene yardım etmeyen çakal ordusu dünyada egemenlik sağlamış durumda.
Savaş toplumlarının soyları arkada olan yaralıların sağ kalmayacağını bilir. Türk töresinden tutun Avrupa toplumu savaşçılarında da durum böyle. Hırsızları bile 5 dakika içerisinde gelmezsem gidin sözü geçerli. O kadar içerlemiş bir durumdur bizim kültürümüzde.
Yapacak tek şey nesillerinin azalması ve yerine gelen başka ırkların onları yok etmesi. Neandarthaller gibi onlar da yok olma yolunda hızla ilerliyorlar. Bizim Türkler de süren kültür yanında hala savaş söz konusu. Zamanla bizimkiler de savaş betimlemelerini değiştirmezse (Çanakkale savaşında tersi olduğu halde 50 senede Kültürel egemenlik savaş sonrası diğerlerine kaldığı için) bu son bizim de yozlaşmamız sonucu yok olmamızı doğuracaktır.
Arap kültürü kuran ile düzelmiş olsa da kültürel olarak hala yozlaşmış şekilde. Bu yüzden bilimsel olarak geride bu yüzden üreme hariç dünyayı sadece kendi taraflarından görmektedirler. Ancak menfaatçiliği ve ikiyüzlülüğü bırakıp gerçekten insan gibi dayanışma ve kardeşlik bağını kurmadan da düzelmeleri de zor.
Kendi içlerinde Yahudi kültürünü yaşatıp dışarıda Müslüman gözüken o kadar Yahudi var ki kendi menfaatleri için her şeyi yapıp insanlara iyiliği unutmuş olanlar Müslümanlıktan faydalanıp tarikat başlarına geçme, başkalarına hayaller vaad edip sadece din veya mal dolandırıcılığı üzerinden bedavaya yaşamaya, zengin olmaya çalışmakta ve kendilerini tanrılaştırmaya çalışmakta.
Bu yozlaşmalar ancak insanların kendi aralarında farkındalık oluşturup önleyebilirler. O başkalarını ilah edinen insanlar da ne kadar onlara yaklaşsa da en fazla sağ kol olabilecek ve bir patron ile bir müdürün aldığı paraların miktar gibi çok büyük farklar içerisinde sadece gerçek hakları olanın ucunu koklayacaklardır.
İnsan gerçekten egemen güç olarak kendi bireyselliğinin farkına varsa, kutuplaşmış köle-egemen güç karşıtlığı ve dengesizliğini bıraksa iyi olacak. Bazı menfaatçiler kendi hakkını savunduğu kadar herkesin haklarını da savunsa, bazı kölemenler (işçi/mürid) de başkalarını düşündükleri kadar kendilerini de düşünse dünya daha normal olur.
İnsan kaderine razı olduğu kadar düşünse ve iradesi ile çabalasa, çabalayıp da olmadığı zaman da sebebini sorgulasa ve olmuyorsa da belli raddeden sonra zorlamasa çok daha iyi olacak. Çünkü bazı şeyler zorlandığı taktirde değişmiyor. Umut olur da gerçekten kırılabilecek kalınlıkta bir duvar varsa gerçekler ile bağlantılı ve diğerlerinden daha gerçekçi tabanda bir vizyon ile olacağına inanıyorsan devam et. Değilse uğraşma hem kendine zarar hem başkalarına zararı olur. Onun yerine daha hayırlısını dilemek daha iyi olur.
Görüldüğü gibi dünyada pek çok etmen ve dengesizlik var. Asıl sorun kutuplaştırılmış dünya ve bunların arasında olan çatışma. Dünya aslında çeşitlilikle var olur. Dünyada kutuplaşıp savaş olduğu zaman tam tersi tek görüş hakim olması içindir. Diğer görüşlerin önünü kapatıp sadece egemen bir toplum görüşü sağlayıp güçlü toplum yerine güçlü yönetim sağlanmaya çalışılmakta.
Güçlü yönetim anlayışından kurtulmanın en doğru yolu diğer görüşleri de dinleyip savaşmak yerine tartışma yoluyla düzeltmekten geçer. İnsanların bazıları doğru olduklarını inandıkları şeylere gitse de, gösteriler sonucu oluşan illüzyonlara kansa da gerçekleri gördüklerinde onlara karşı öfkeleri çok oluyor. Gerçekleri söyleyen bir insan her zaman sahtekarları yenmesinin asıl sebebi de bu.
Doğru sözler doğru zamanlarda güneşin önünü kapayan bulutları dağıtan rüzgarlar gibi gelir ve ortalığı yeniden aydınlatırlar. Bataklıkta kalan güneş bu yüzden balçık ile sıvanmaz. Gerçekler her ne kadar saklanılsa da ortaya çıkar. Bir gün dünya yuvarlak denildiğinde inanmayanlar sonra o kişiye yaptıkları şeyleri görmezden gelerek yanlışlarını unutup sadece taktir edip birkaç kelime kitaplarında yer vermişlerdir.
Bazıları onu da hak edemeyecek kadar gizli kalmıştır. Amerikan Edison’un ampülü icadını bilen milyarlar olsa da Sırp/Hırvat Tesla’yı bilmeyen çok kişi vardır. Onun kullandığı temeller üzerine dünyada milyarlarca insan bir şeylerden faydalansa da sadece yöneticilerin işine geleni göstermesi sonucu gerçek değerinin çok altında tanınmakta.
En iyi durum kaşiflerin hakkını vermek, en iyi yaşam politik çıkarlar ve insani çıkarların gözlerini kapatacak kadar çok olmasından uzak olmasından oluşmakta. Diğer insanların gerekliklerinden kaçan insan bir gün o değer vermediği gerçekler ile karşılaşınca geç kalmış olur. Faydalandığı o değerlerin asıl sahipleri yine ününü geri alır.
Batı dünyası şimdi bu kibirli üstünlükleri ile savaşmakta. Üstünlükleri ve görmezden geldikleri fakat yine de yollarını uyguladıkları gerçekler bir gün asıl sahipleri ortaya çıkınca bakalım nasıl etkileyecek onları. Bir gün gelecek insanların haklarına göstermelik sağladıkları ilgi fark edilince vahşi dedikleri yabani dedikleri onların kulu kölesi olmayanlar tarafından engellenecek ve yok edileceklerdir.
Zamanında Osmanlı kibri diye denilen Venedik tüccarları tarafından bahsedilen olay şimdi Batıda hakim. Tek sorun Batılılar o dönemde de Roma imparatorluğu olma savaşları sırasında ben Roma vatandaşıyım kibri ile yaşayan bir o kadar sadece menfaatleri için uğraşan bir toplumdu. Çok az bir azınlık düzgün bir şekilde görüşlerini dile getirdi onlar da Kilise otoritesine karşı çıkan azınlık oldukları için gerçekten Bilim çağına gelene kadar da pek fazla sayıda olamamışlardır.
Şimdi Avrupa Toplumu bilimsel açıdan kendini kurtarmış olsa da yozlaşmış din otoritesinin baskısından kaçan bir toplum olarak dinden uzaklaşıp sadece tanrı krallar gibi menfaat yaşamlarına başlamıştır. Bilimi yüceltirken toplumun geleceğini yok etmeye başlayan bir eğlence düzeni olduğu için de kendi kendilerini yok ediyorlar.
Din insanın yaşamının rahatlık içerisinde sevgi içerisinde ve gelecekte de yaşaması için sözler barındırmakta. Duygusal ve sezgileri gelişmiş insanlar toplumsal huzur olduğu zaman başarılı, toplumsal huzur olmadığı zaman ise hastalıklı (şizofren, bipolar, psikopat, sosyopat, sapık) hallere bürünüyorlar. Bunlar da insanlıkta şiddetin çığ etkisi ile dalga dalga toplumun tümüne yayılmasına sebep oluyor.
Ahiret hayatı da sizden sonra sizin anılmanız ile ilgili. Çocuklar ve benzeri hayratlar kabirdeyken her sizin isminiz konuşulması ile siz yeniden var oluyorsunuz. Eğer kimse yoksa anacak enerjisiz ve yalnızlık içerisinde bir dönem geçirirsiniz. Eğer birileri iyi anıyorsa ruhunuz geniş bahçelerde olur. Kötü anılıyorsa bir nevi Türk deyimi olan kemikleri sızlıyor tabiri en makul olandır.
Tabi insanın kabir hayatı sadece ruhsal bir olay. Yani yakılsa da mumyalansa da bir insan gerçekten bir şekilde adından söz ettiriyorsa ruhu bir yerlerde yaşıyor ve o kişileri duyuyor demektir. Tek sıkıntı cevap veremiyor olmasıdır.
Eğer ruh ölümsüz ise bu dünya ve evren düzeni yok olduktan sonra yeniden biçimlenecek ve vücut bulacaktır. İşte bu da ahiret inancını doğurur. Bir insan yaşar ölür ve başka bir evrende yaptıklarının sonucu bu dünyada yaptığı amellerin sonucu bir yaşam sürer. Belki buna paralel evren dersiniz belki ikinci bir evren fakat durum böyledir.
Belki de bu dünyadan giden insan başka zaman boyutlarında yapılan duaların sonucu nedenini anlayamadığı eziyetleri çekip veya başarıları elde etmiş olması da mevcut olabilir. Bu da paralel evren kıstasında enerji aktarımlı açık bir evrenler sisteminin izahını göstermekte.
Bu evrende çok az miktarda bir süre yaşıyoruz. Milyarlarca yıl içerisinde sadece 70 yıl. Kopyalarımız ve görüşlerimizi bu evrende bırakıp başka evrende yaptıklarımızın sonucunu görme ihtimalimizin olması olacak kadar yüksek bir ihtimal.
Bazı Budist inanışlarında ise bu değişim dönemleri yine dünyada olmakta ve bir insan başka bir dönemde yine dünyaya gelmekte. Bu da ancak tekamüle erene kadar sürmekte şeklinde. Tabi bu yüzden yaşamaya devam etmek için her şeyini yarım bırakan insanlarla dolu oluyor o inanışta.
Bazıları da reenkarnasyon olacak diye rahat bir şekilde bu dünyada günah işleyip bir daha dünyaya geldiğinde de aynen devam edip nirvanayı es geçip yaşamını sağlama almayı, kazık çakmayı düşünüyor.
Dünyada inanışlar o kadar çeşitli ve insanlar o kadar sonsuz olmak ile zirveye ulaşmakla ilgileniyor ki ya süper egolarına ya id lerine yenik düşüyorlar. Ortasını bulmak en iyisi. Bu da kültürel değişim, genetik denge, sağlıklı inanışlar ile olabilir. Şimdilik bu mümkün görünmese de belki insanlık zirve noktasına gelebilir. Tabi bir şekilde dünyada yaşamı olanaksız kılacak bir olay gelene kadar başarılabilirse.
Osmanlı’da 1770-1922 arası Demografik Yapı Değişimleri ve Rusya’da Sürgün diğer adı Techir Hareketi
Osmanlı dünyası 1699 yılından itibarn gerileme dönemine girmiş ve bu 1770 yılına kadar sadece Macaritan ve Kırım bölgesinde olmuştur. Yalnız o tarihten sonra çözülme sürecine girmeye başlayan Osmanlı’da giden topraklarda aynı anda Müslüman nufusu yeni ele geçirilen topraklarda yapılan baskı ve katliamlar sonrası Osmanlı’ya geri dönmeye başladılar. Bu da aynı zamanda yolda fire veren insanlara sebep oluyordu.
Aşağıda görülen Osmanlı topraklarına göç resmine göre (Osmanlı’da nufus hareketleri arşiv bilgilerinden alınmıştır ve bazı göç hareketleri olmuş ancak sayısı belirli değildir o dönemdeki arşivlerin savaş sonrası kaybolmasından dolayı) bu dönem içerisinde yaklaşık 5 milyon Müslüman topraklarından zorla göç etmiştir. Bir yandan bu topraklarda yaşayan insanlar içerisinde bazı Hristiyanlar da devletin sağlığı açısından göç ettirilmiş veya kendi kendilerine yeni kurulan devlete göç etmişlerdir. Bu insanlar oranına baktığımızda yaklaşık olarak 1.7 milyon kişi gözüküyor.
Bu Birinci dünya savaşı sırasında ve sonrasında oluşan askerin yerini dolduran yerlerde müslümanlar, dış ülkelerde Türkiye’nin gittiği yerlerde ise hristiyanlar yer değiştirmiştir. Ve bu 1.7 milyon insan içerisinde nufus mübadelesi ile göç eden insanlar da dahildir. 1915-1922 arası göç ettiği bilinen 800.000 ermeni ve 850.000 yunan vardır. Ve 1917 yılında zorla göç ettirilen doğu anadolu’daki müslüman sayısı da o bölgede 1-2 milyon arası değişmektedir ve oradaki siyasi boşluk nedeniyle yaşanan iç savaş nedeniyle de iki taraf için de kayıplar mevcuttur. Yani orada bir katliam olmayacak kadar nufusun göç sayısı belirgin ve iki taraflı bir kayıp söz konusudur. Osmanlı’nın techir yapmasında esas neden ülkesinde yaşayan halkın müslüman nufus oranı her şehirde çoğunluk olmasıydı. Tabi o dönemde savaş ile kaybedilen ve asker olarak yollanan erkek nufus nedeniyle azalan demografik durum nufus kağıtlarında eksi olarak gösterilince (o dönemde nufus cüzdanı sadece kadınlara veriliyordu) oradaki Ermeni halkı da hem güvenli bölge hem de nufusunda müslümanı fazla diye o topraklara göç ettirildi.
Gel gelelim Rusyaya. Osmanlı’da uygulanan güvenlik için göç uygulaması Rusya için en klasik ve kolay yöntemlerden birisiydi. Birinci Dünya Savaşı öncesi istemediği nufusun yerini değiştirme adeti olan Rusya bunu birinci dünya savaşında savaş esirlerine yapmış ve toplumsal olarak istemediği toplumları da baskı altına alıp isyan edenleri öldürme raddesine gelmiştir. Birinci dünya savaşı sırasında iç isyanlar nedeniyle pek kayda değer bir techir olayı görülmese de ikinci dünya savaşında Alman istilası başladığı andan itibaren Kafkas, Baltık, Volga ve Kore civarındaki yabancı kültürdeki insanları o zaman için en güvenli bölgesi sayılabilecek çöl toprakları olan Orta Asya’ya götürüldü. Bu götürülen insan miktarı yaklaşık olarak 1.7 milyon kişi olmak üzere aşağıdaki şekilde görüldüğü gibidir.
Yani Osmanlı’da uygulanan techir olayı da en azından Orta Asya ile tipik aynı özellikte bulunan ve daha yakın bulunan Suriye’ye 440.000 kişi civarında yapılmıştır. Yani aslında bu techir olayı yani güvenlik için göç ettirme olayı o dönemin uygulamalarından birisiymiş. Tabi bu şimdi bir savaş çıkarsa aynı şekilde yapılmayacak diye bir şey demenin garantisi yoktur. Durum budur. O dönem adıyla gayrı-müslim insanlar topluma çok katkıları olan insanlar ve senelerdir bir arada toplumda yaşamışlardır. Burada yapılan soy kırım iddiaları yersiz ve haksızdır. Topraklardan göç ettirilmesi olayına ben de karşı olsam da o şartlarda her devletin yapacağı klasik bir yöntemi denemiştir. Fransa ve Belçika başta olmak üzere başka bazı sömürgeci devletler o dönemde bunu da yapmayarak direk sömürge ve faşizm ile oradaki insanları öldürmeleri yerine çok daha iyi bir yöntemdir. Tabi o dönemde siyasi boşluk ve anarşi oluşan Anadolu topraklarında insanların birbirini öldürmeleri de çok normaldir. Gayri müslimlerin söylediği kadar Müslüman topluluğun da ölü miktarları çoktur. Bu iç savaş tarzı bir durumdur. Gözüken o ki o 1770-1922 arası dönemde mağdur olan kesim nufus olarak bakıldığında müslüman çoğunlukta olmuştur. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sonrası gelen yeni yönetim de bu durum bitmiş ve başka yeni toplumsal değişimler yaşanmıştır. Onlar da gerekirse onunla ilgili özel bir konuda başlık açarak anlatırım.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.