Bölme ve Birlik Olma Savaşı

Ağustos 2016 başından beri sosyal medyada değişik asılsız haberler ve tahrik unsuru haberler paylaşılıyor. CHP – MHP – AKP birlik mitingi ile paralel bir dönemde meydana gelmesi bunun gizli bir Milliyetçiler ile Ayrılıkçılar arasında bulunan bir propaganda savaşı olduğunu gösterir.

Dikkati çeken bazı başlıkları sizler ile paylaşmak istiyorum.

  1. Beşiktaş – Galatasaray Kupa maçı sırasında iki tarafın taraftarlarını tahrik etmek için birbirine karşı taşladı haberleri çıktı.
  2. CHP’li bir Belediye’yi Fetullah Gülen üzerinden Ak Parti’nin CHP’yi bitirmesi adı altında operasyon yapıldığı tahriki yapıldı. CHP’liler gaza geleceğine Ak Partililer gaza gelmişti.
  3. Doğuda, Batıda, İstanbul’da pek çok yerde suikast, saldırı haberleri yapıldı. Aynı anda olan bu haberler asılsız çıktı.
  4. CHP’lileri tarikatlere sardırmak için sürekli münferit tarikatleri kötüleme olayları çıkartmaya çalıştılar. Bunun üzerinden Ak Partililere işte bakın bunlar hep aynı sürekli tarikatleri bitirmek istiyorlar diye karşı saldırı hazırlıyorlar.
  5. Amerika PYD ile işbirliği yaparak Suriye’de Türkiye’yi sıkıştırıyor. Girmesi için bu zorlama sonucu küçük bir girme olayı sonrası hem Türk-Kürt hem de Suriye-Rusya bloğu ile karşıt propagandalar ile Türkiye’yi yalnızlaştırmaya uğraşıyorlar.
  6. Sosyal medyada yazılar yazarak “Kanınızı içeriz” der gibi münferit Atatürkçülere saldırı yaparak CHP’lileri tahrik etmeye çalışıyorlar.
  7. Ülke ile ilgili sanki kimyasal silah kullanmış gibi tanıtmak için PKK’lılar uğraşıp duruyorlar. Aynı zamanda Suriye’de Kimyasal Silah yasal olduğunu hatırlatmak lazım. Türkiye kullanmasa bile orada tüm grupların elinde Kimyasal Silah stokları olması ve kullanması normaldir. Onlar yanında diye karıştırmamak lazım.
  8. Atatürk’e karşı hakaret eden durumlar özellikle ön plana çıkarılmaya çalışılıyor.

Bunlar gibi pek çok olay sosyal medyayı kasıp kavururken millet ne kadar bilinçli ki gaza gelmeden olaylara soğuk kanlılık ile yaklaşıyor. Tabi bu olay çok daha dip ve derin nifak tohumu ekmelere gitmesine çalışılacaktır. Çünkü başarısız oldukça kademe arttırarak kazanmaya çalışacaklardır.

Aman dikkatli olalım. Bu konularda ayık olmak lazım. Son dönemde Müslümanlar güçlü durumda olduğu için asıl görev ve sorumluluk biz Müslümanlara düşüyor. Çünkü görevimiz vahşet yapana vahşet yapmak değil, görevimiz vahşi olanı bile doğru karakterimiz ile iyileştirmektir. Bunu her zaman kulağımıza küpe yapmamız gerekli. İyi günler dilerim.

İnşaat Ekonomisi ve Toplumsal Psikoloji

İnşaat sektörü, ülkemizin temel gelişim dinamiği olarak seçilmiş sektörlerden en temeli olarak görebilirsiniz. Temel olması ile bizim Türkiye’nin Ekonomik Analizinin yapılmasını sağlar.

Aynı zamanda sektörün seneler içerisinde gelişmesine paralel geleceğe yönelik psikolojik etkileri / hasarları da zaman içerisinde yoğun psikolojik etkilere göre fark edilebilir hale gelir.

Ülkemiz 2002 senesinden beri sürekli gelişmek için İnşaat sektörüne abanmaktadır. Yurt içi ve yurt dışı alanlarda müteahhit olmaya aday olmuştur. Dünyanın en gelişmiş analiz yöntemi halkın arama alışkanlıkları ile pasif anket durumları ile gerçekleşir. Türkiye’nin ekonomik gelişmini de bu yol ile analiz edeceğiz şimdi.

inşaat 1

İlk olarak İnşaat sektörünün arama trendine bakarak talep durumunu göreceğiz. Burada görüldüğü üzere 2008 krizi öncesi başlayan duraklama süreci Ekim 2017 den itibaren hissedilir derecede Türkiye’nin ivmesinde kırılma yaşatmış. Bu dönemden sonra gelişen ekonomi talep konusunda duraklama sürecine girmiştir.

Ekim 2013 tarihinden itibaren ise inşaat sektörü talebi hafif daralmış ve yine alt barajını stabil olarak sürdürmeye devam etmiştir. Yüksek aritmetik ortalama düzleminde düşük dip noktaları ile devam etmiştir.

Özellikle dikkat çeken şey Ekim aylarında inşaat sektörünce talep dip noktayı görüyor. Ekim 2015’te bir dönem talep çok hızlı düşerken bir anda bir hamle ile tekrar nefes alacak seviyeye getirilmiş görünüşe göre. Ardından son darbeye kadar sektör aşağılara giderken bir anda yükselişe geçmiş ve tepe noktasını yapmışa benziyor.

inşaat 3

Yurt dışı etkenlere baktığımızda yakın Türkçeye sahip Türki devletlerde çok aratılması normal bir durumdur. Diğer açılardan baktığımızda ilk 4 yabancı devlet Rusya – Almanya – Birleşik Krallık ve Amerika olarak gözüküyor. Buralarda olan Türk nüfusu dışında Türk müteahhitlerin yaptıkları işlerin de yoğun olduğunu görmüş oluyoruz.

inşaat 2

Başka bir Konu ise İnşaat sektörünün Toplumsal Psikolojiye etkisinden bahsedeceğim. Burada ilgimi çeken ve bu yazıyı yazmama sebep olan başlık, resimde olan sağ altta bulunan “Rüyada İnşaat Görmek” yazısının olmasıydı.

Bu durum malumun ilanı olduğunu gösteriyor. Büyük çıkış yakalaması demek son sene içerisinde 50 kattan %5000 den fazla bir yükseliş yaşadığını ifade ediyor.

İnsanlar rüyada neden bir şeyi görür ? Bunun bir göstergesi olduğunu söyleyebilirim.

Reklamların diziler, haberler arasında görseller ile bazen de arka planda iş yaparken, yolda ilerlerken sözel işitme durumları ile sürekli insanların beyinlerine girip durmaktadır.

Farkında olmadan insanlar sürekli bir şeyler ile ilgilenmedikleri halde rüya görmelerinin de esas sebebi budur.

İnşaat firmaları sürekli bu kelimeleri satın alsınlar diye geçirirken insanların zihninde farklı yorumlamalardan geçtiğini göstermektedir. İnsanların beynine “Evden Sahibi Olmak” yerine “İnşaat Yapıyoruz” kelimesi kalmış gibi gözüküyor.

Bu da sürekli “İnşaat Rüyaları Görmelerine” sebep oluyor.

Toplumsal psikolojide etkileyen başka bir durum ise İnsanların geleceğin kariyer planlarında İnşaati görmesinde yatmaktadır.

İnşaat sektörünün dedikodu kanalları ve sürekli gündemde olmasının son durumu olarak büyüyen çocuklar da en iyi sektör olarak İnşaat kelimesini ÖSYM sonuçlarında aradıkları gözüküyor.

Aynı zamanda İnşaat sektöründe çalışan insanların artması da bu trendde en çok dikkati çeken özellik olarak gözüküyor.Yani Sektörde eski çalışan durumu en az 50 kat artmış trend içerisinde.

Ayrıca biz ağaoğlu filan diyoruz fakat en büyük kazancı Bulut İnşaat ve Rönesans İnşaat yapmış gibi gözüküyor. Bizim gördüğümüz en parlatılmışı ise sadece büyük ve az miktar iş yaptığının göstergesidir.

Ülkemizde olan büyük değişimler halkın psikolojisi ile ne kadar bağlantılı olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Ekonomi ile talep durumlarının da benzerlikleri kuşkusuz belirgin.

Son dönemde Ekonomimiz reelde hafif daralmış olsa da İnşaat sektörü üzerinden gelişim stabil talepte gözüküyor. Bu da İnşaat sektörünün ne kadar büyük bir iç dinamik gözüktüğünü gösteriyor. Tayyip Erdoğan’da bunu biliyor ki sürekli bu sektörün önünü açarak talebi canlı tutma yoluyla hareket ediyor.

Yeni Dönemin Savaşı – Ekonomi – Osmanlı Sistemi – Yeni Sistem

“-” Önemli bir not ile başlamak istiyorum. Eğer bunu ülkenin başına gönderecekseniz ve devletin başındaki bunu okuyorsa dikkate alsın. Siz de bir zahmet adımı hitap ederek yollayın. İsim tescil hakkı her türlü bende olduğunu unutmayın.
 
Bu yazdığım yazıdan hiçbir menfaat beklentim yok. Zaten öyle olsaydı bunu böyle ortalıkta yazıp da görmeni istemez direkt olarak kendim bunu uygulayacak bir yol bulurdum. iki durum yapılmadıkça hakkımı haram ediyorum. Bu durumlar olmadıkça da bu sistemi uygularsa da her türlü en doğru adalet sağlayıcı olarak gördüğümden Allah’ı şahit tutarak başına gelecek tüm belaların gelmesini de peşinen kabul etmiş oluyor. Sadece İki söz istiyorum. (yurtdışındakiler için 2+ ek maddesi 2 yerine geçer.)
 
1) Devletin bu sistemi uyguladıktan sonra asla ve asla kimsenin hakkını yememesi ve meritokrasi’ye (herkesin liyakatına önem veren sistem) geçmesi ve ne olursa olsun hiç kimseye ateist olsa dahi fikri veya görüşü sebebiyle yakılması durumunu engelleyip barış ortamını sağlaması. Dinin gereği de olsa ahlak gereği de olsa böyledir. Saldırmadıkça saldırma ve işini ehline verme vardır.
 
2) Yıldız Sarayı, Yıldız Parkı, Beşiktaş – Kadıköy İskelesi gibi yerleri yeniden halka tam manasıyla açarak bu bölgelerde olan devletin de olsa özel mülkeştirme durumlarından vazgeçmesi. Sonuçta o bölgeler tarihi değere sahip ve asla ve asla bir insan olarak o değerleri bozmasını istemem. İstediği gibi beştepede veya atatürk orman çiftliği gibi yerlerde takılsın bu sözleşme dışındadır.
 
2+) yurt dışından bir devlet ise bu sistemde olan devletlere saygı duysun ve sistemin diğerleri ile birlik beraberlik içerisinde olsun. başka bir şey istemem zaten. “-“
 
Uygulayıp uygulamama kararı tamamen onun elindedir. Her türlü gider gelir meselelerini düşünerek hangisi daha mantıklıysa onu karar verir ve uygular. En azından müslüman ise ikisinden birisini karar verir. Öyle her ikisini de işime geleyim tarafını yaparsa tamamen üstteki maddeler geçerlidir Allah katında olan akitte.
 
Dünya üzerinde devletler sanayi devrimi sonrası ekonominin büyümesi ve firmaların diğer bölgeleri yönetmek üzere egemenlik kurmaya başlaması sebebiyle askeri operasyonlardan gelir kazanmak daha maliyetli hale geldi.
 
Eskiden krallar gelir bir yeri ele geçirir ve o bölgenin ganimeti ile yeni ordular kurarak hüküm sağlamaya çalışırdı.
 
Firmaların bol miktar üretim yapması insanları çok daha fazla imkan sahibi ve konforundan vazgeçmeyecek duruma götürdü.
Bu da insanları savaşları bitirme ve barış durumuna gelmek için olumlu durumlar sağladı.
 
Devletler her zaman tekelleşmeye çalıştığı için ne kadar toplumlar barış istese de bir fay hattı birikimi gibi sürtüşe sürtüşe birikiyor ve birinci olma yarışında ekonomik açmaza geldikleri anda birbirini patlatır gibi savaşa başlıyorlar. İki dünya savaşı da bunun en net örnekleridir.
 
Dünyada bulunan tüm devletler birer sistem olarak görülebilir. Her birisi şu an diğerlerine karşı bir sistemler savaşı veriyor. Bu savaş içerisinde en güçlü olan gelişiyor ve diğerlerine karşı üstünlük sağlıyor.
 
Şimdi gelelim konumuza.
 
Konumuz Halkın içinden gelen toplumsal bir reform ile çağa ayak uydurma çabalarının bir tecellisi olarak görebilirsiniz. Konumuz Ekonomik girişimci ve devlet dengelerini sağlayacak yeni bir sistem önerisi olacaktır.
 
Sistemin adını Müslüman Sistemi ve Osmanlı Sistemlerinden esinlenerek yaptığım için adını “Emire Bağlı Üretim Sistemi” koyuyorum.
 
Siz ne düşünürseniz düşünün amacım hem kapitalistler kadar girişimci ruhu olan hem de komunistler kadar dengeli gelir sağlayabilecek bir sistemi tekrardan hayata geçirebilmek isteğimden kaynaklanıyor.
 
Sistemi hangi perspektiflerden bakarak oluşturdum?
 
Müslümanlıkta devlet anlayışı geliri dengeleme ve zenginin parasını fakire vererek ekonomiyi döndürme esaslıdır. Aynı zamanda bu ekonomi asla ve asla girişimciye başkasının zararına iş yapmadıkça ve tembel bir şekilde bir tarafa ekonomik birikim sağlamadıkça istediği kadar gelir etme fırsatı sunuyor.
 
Osmanlı tarafına bakınca da bu sistem ekonomide bulunmakta fakat o dönemde sanayileşme olmadığı için insanlar için mikro ölçekli işletmeler kaynayan özgür ticaret sistemi vardı. O yüzden bu olayı yapmaya çalışmak bu dönemde geçerli olmayacak derecede başarısız bir sonuca ulaşır.
 
Biz o yüzden ekonomiyi bir savaş alanı kabul ederek Osmanlının girişimcilik ruhunu ele alabiliriz. En önemli etken Sipahi ocağı sistemi yani diğer adıyla Tımar sistemi örneği verilebilir.
 
Yalnız bu özerk girişimler hakkında sorunlu noktalar olduğu için onları da düzeltecek şekilde bir patch (ekleme) yaparak size sunmayı düşünüyorum.
 
Tımar sistemi ile ilgili bir çıtlatma sonucu devlet kafasında nasıl bir planlama oluşabilir diye bir tanıdığıma ulaştığımda benim bakmadığım başka bir açısını daha kazandırmama vesile oldu.
 
Şimdi İlk ve sonraki gelen aşamaları teker teker açıklayarak ona göre daha tutarlı olan altyapısı ile ilgili sistem hakkında bilgi vereceğim.
 
İlk kafamda Bulunan Tımarlı Fabrika Sistemi Kısmı
 
Osmanlı devleti Tımarlı Sipahilere arazileri kendi taktim ederdi. Orada arazi verdiği ağalara seneler boyunca asker yetiştirme karşısında vergi muafiyetleri olur ve hem asker yetişir hem de bakımı devlet yükümlülüğünden kalkar şeklinde bakabilirsiniz.
 
Benim görüşümde ise şu sorunlar üzerinden fikir yürüttüm:
1) Girişimcinin en büyük sıkıntısı para bulmak
2) Devletin en büyük sıkıntısı kendi gücünü geçen firmaların onu yönetmeye başlaması
3) Tüketime dayalı toplum sisteminden Üretime dayalı sisteme geçiş gerekliliği
4) Bankaların faiz işleri ve her ekonomik alana girmesi sonucu oluşan istenilmeyen enflasyonlar
5) Bankalar, bankalar, bankalar… hiç sevmem kendilerini 😀 Boşa değersiz paraları şişirip sonra da balon gibi patlamasıyla ünlendikleri için boşu boşuna krize neden oluyor ve sürekli piyasadaki trendlere bağlı olan değerlerin volatilitesi (dalgalanması) bu konuda destek veriyor.
 
Devlet bankacılık sistemi gibi ekonominin ana düzlemine yerleşecek şekilde bir fikir. Kapitalizm gibi tamamen devletin el eteği çekmesiyle meydanı girişimcilere bıraktığında görüyorsunuz simsarlar piyasayı allak bullak ediyor. Başkaları da zengin olmasın diye tüm girişimcilerin zengin olmasını engelleyecek düzenlemeler yapıyor.
 
Girişimcilik Fikri 1:
 
1) Girişimciler devlete bir proje ile gelecekler. Bu her tip üretime dayalı proje olabilir. Projeyi açmak devletin yükümlülüğünde. Geleni geri çevirmek olmaz mottosuyla (slogan) çok yasaklı olabilecek durumlar hariç hepsine izin verir. İster ayakkabı tasarımı ister motor ister kurdela. Devlet ise %50 devlet, %50 firma (tüzel kişilik) ortaklık ile o girişimciye fikrini gerçekleştirecek arazi, makine ve fabrika kurulumunu sağlayacak. Tabi ilk başta girişimci istediği ekonomik değeri öyle holding geliri kadar olmaz. Sadece tek bir makine ve deneme amaçlı küçük bir apartman katı kadar bir şey olarak düşünün bunu.
 
2) İşletme yönetimi üretim geliştirme konusunda tamamen girişimciye aittir. Girişimci 5 sene boyunca stajyer yönetici olarak devlet kontrolünde gelir gider tabloları her gün kontrol edilecek. Sonraki dönemlerde aylık veya senelik tablolarda özel durumlar olmadıkça kontrol süresi uzun tutulabilir. Özel durumlar zimmete para geçirmeye teşebbüs veya sürekli zarar vermesi durumu olabilir. Eğer 5 sene sonunda karlı bir işletme ise sürdürme ve devlet destek ile büyütmeye yardımcı olabilir vergilerin katkısıyla. zarar edenler rüştünü ispat edememiş ve başarısızdır, kapatılır.
 
3) Devlet şirketin gelirinin %50 sini 5 sene boyunca firmaya bırakır. Gelir getirdikten sonra en azından Zekat miktarı %2,5 kısmını her türlü almak zorundadır. Çünkü üreten firma kar getiriyorsa en azından her senelik birikimi de çoğalacağından artık devleti başka yerlere yatırım yapması gerekir. Hem de devlet bankacıların yapmaya çalıştığı ekonominin istihdamı ve para dağıtım merkezi olma durumunu tekrar kontrolüne ele geçirerek insanların devletin üstünde bir güç olmasını engellemiş olur. Böylece hem güçlü devlet hem de güçlü üretimden kazanan toplum ile dengeli oranlar ile sistem çarkları döndürülebilir. Gerektiğinde stratejik kaynakları kendi iç bünyesine alır ve onu fabrika gelirine ek hane olarak katarak girişimcinin firmayı daha çok geliştirmesini sağlar.
 
4) Firma devletin özerk kurumu olduğu için devlet tüzel kişiliğinin ast elemanıdır. O yüzden geliri de dolaylı yoldan devletin hesabındadır. Girişimci orada bir çalışan gibidir ve kazancın %10 gibi miktarı otomatik onun maaşı olarak kendisine verilir. Diğer kesimler diğer işçi maaşları, firma maliyetleri, firma yatırımları gibi kalemlere verilir.
 
5) Eski firmalar farklı sistem olduğu için onlar ile özel bir statüde devam edilir. Zaten devlet onları zamanla büyük balık olması sebebiyle asimile edeceği (özümseme olacağı) için zamanla onlar da bu sisteme aşina olacaklardır.
 
6) Eğer firma sahibi kazanç getiren bir yerden ayrılmak istiyorsa ona istediği gibi ayrılma hakkı verilecektir. Aldığı maaşlar onun hakkı olarak kendisinindir, Firma gelirleri ise tamamen firmanındır. Zorlama ile veya devletin kirli işleri ile alınmaya çalışılıyorsa bu durum istisnai olarak işyeri çalışanının her türlü iradesi ile tekrar sahip olma hakkına ve devletin ona tazminat ödemesi hakkına sahiptir. Eğer iradesi ile gittiyse taktirde kayyum devreye girecek ve o şirketin yönetimi devlete geçecektir. Bu sayede başka bir girişimcinin teklif ve açık arttırması ile ona geçecektir.
 
7) Üretilen ürünler hakkında firma sahibi yurt dışına satımını istiyorsa bu konuda devlet yurt dışında AVM tarzı yada market tarzı oluşumlar açarak Türkiye veya benzeri adlar ile olduğu yerde mağazalarda satışı yapacaktır. Eğer ki kalite değerleri o ülkenin talep gören kalitelerindense olur bu. Değilse o zaman ona uygun kalite düzeyinde marketlere aktarılır ürünler.
 
8) AVM değil de az talep varsa bu konuda o zaman sıradan bir holding gibi girişimciye sadece mal satımı ile ilgili salahiyet verilir. Asla bu para gönderimi ile ilgili olmaz. Yurt dışında bir arazi satın alınacaksa bu devletin adına alınır ve ürünler o alınan yerde satılır.
 
Benim gördüğüm daha çok şey olsa da seneler sonra pek çoğunu kaybettiğim bilgiler olduğu için aklıma gelenler bunlar.
 
Gelelim İkinci ve fikir çalıştayı sonrası yapılmış yönteme
 
Firmalar doğuda üretim yapıp malzemelerini devlete satacaklar önerisini görmüşsünüzdür geçen aylarda. İşte o haberin kökeni benim verdiğim fikrin bir mahsülü olarak ortaya çıkıyor. Çünkü tımar sistemi üreticiyi özerk yaparken fikri biraz farklı yönde algıladıkları için bu şekilde bir sonuç çıkmıştır ortaya.
 
Eğer girişimciler yönetime bağlanmak istemiyorsa, kendi sisteme adapte etmek için firmaları bu yöntem ile ikna edip geçiş yapabilir veya zarar etme potansiyeli listesindeyse böyle bir duruma geçilebilir.
 
1) Firmalar bağımsız yapısıyla üretim yaparken devlet girişimcilerin malını alır ve o malları fiskobirlik gibi belirli miktar fiyatlar biçerek ticaret işine girer. Geçenlerde kasap ve et muhabbetlerinde pahalı et durumları olması sonrası bu durum geçerli olabilir.
 
Örnek:
Kasaplar ile Koyunlar arasında bağ olarak kasapların istediği talebe ve yetiştirilme yerine göre giderek oradankesildiği gibi direk kasaplara lojistik firması durumunu üstlenebilir. Tüm kasaplar ile anlaşıldığı taktirde o zaman fiyatlarda tavan yapan durumlar da zaman ile düşmek zorunda kalır. Angus mangus hikaye. Kimse etinin tadı yabancı diye sevip tercih etmiyor.
 
2) son olayda olduğu gibi Savaş veya terör durumlarında devlet o böglenin ticareti mağdur olmasın diye bunu kullanabilir. Böylece halk üretir ve mağdur olmadan mutlu mesut bir şekilde yaşamını sağlar.
 
3) Geliştirilmek istenilen şehirlere böyle teşvikler verilebilir. Böylece o bölgede açılan her firma 5 senelik vergi izni kadar büyük avantaj ile devletin de yararına olabilecek durumları sağlar.
 
Neyse diyeceklerim bu kadar. Çalışma hayatım daha yoğun bir hal aldığından kafam dolu biraz. Eğer dil konusunda biraz bozulma veya eksik detay çok görüyorsanız bundandır. İleride aklıma bilgi gelir de buraya uğrarsam daha detayları da eklerim. İyi günler.

Planlamak, Spontane Yaşamak, Hayata Tutunmak

Arkadaşlar hayatta planlı gitmek ve her işi planlı şekilde yaşamak imkansız kadar zordur. Aynı şekilde sadece spontane yaşayarak da dünyada mutlu olur gibi yaşarsınız fakat ezilir gidersiniz zorluklar karşısında.
 
Bazıları 1, 2, 4, 10, 20 senelik planlarım var dediğimde hemen tepki ile karşıladılar. Sanırım her şeyi katı değişmez ve her şeyi madde madde yazılmış planlardan bahsettiğimi zannettiler sanırım.
 
Yok öyle bir şey. Olamaz da.
 
Plan diye bahsettiğim şey genel çerçeve bakış açısından bir durum. Olur olmaz diye ekstralara girmeden yapabilirsem olarak bıraktığım güncel tabir ile bir “to do list” gibi düşünün planı. Has, halis türkçesi ise “Yapacaklar Listesi”.
 
Mesela dünyada olan amacım sonucu ortaya çıkmış to do list’im 20 senelik ve 100 senelik planlarımı oluşturuyor. Geleceğe bırakabileceğim eğitim, yaşam, kültür ve değiştirme gücü ile ilgili potansiyeli hedef alıyor.
 
Aynı durum orta vadede süreç ile geliştirebileceğim planlarda geçerli. Gelecekte nerede olmam ile alakalı olan bir hedefi plan amacı olarak tayin ediyorum.
 
Mesela orta vade hedefim kariyer olduğunda iş konusunda gelişime odaklanmaya başladım. Bu durum öyle söylediğimde bozulacak kadar da gizli bir bilgi değil.
 
Herkesin yapabileceği ve başkaları yaptığında benim enerjimi pozitif etkileyebilecek ve bana olumlu katkı sağlayabilecek bir şey olduğu için böyle yazıyorum.
 
Kendi iç talebimi gerçekler ile tartarak oluşturduğum ve tecrübelerimden esinlenerek kendi özümden bunları oluşturduğum için her duruma göre otomatik ayarlama şeklinde oluyor.
 
Kısa vadeli planları da orta vadeli amaçlara göre yapıyorum.
 
Geçmişten bir örnek vereyim. Orta vadeli hedefim bir dönem kendimi bulmak ve karakter olarak geliştirmekti. Buna sebep olan durum da üniversitenin iş hayatı gibi uzun soluklu dönemden önceki son çıkış olmasıydı.
 
Kısa vadeli planlarımda mesela derslere odağımı düşürdüm ve etrafta olan yaşamdan izleri, psikolojik durumlarımı çözmeyi, tutarlı olabilmeyi sağlamayı esas amaca yöneldim. Daha çok hayatın tadını almayı ve sorunlar ile barışmayı ana hedefim altına aldım ve sorumluluklarımı minimum düzeye indirdim.
 
Tabi bu orta vadede yarar sağladığı halde uzun vadeli planlarda değişikliğe ve hayatımda kısa bir dönem plansız geçirmeme sebep oldu. Arada Carpe Diem diyenlerin gazına da geldim. Bu da aslında bana iyi ders oldu.
 
Çünkü güçlendiğinde olan hayat dengelerimi gördüm, hedeflerini kaybetmiş olanın verimlilik düşüşünü gördüm, fırtınalı yaşamın huzurlu yaşama göre zor fakat yine de güçlü hatta iradeli tuttuğunu fark ettim.
 
Plan dediğim de değişebilir bir task (görev) olduğu için bugün orta vadeli planlarım dün söylediğimden farklı olabilir. Normalde 1 – 5 senelik planlardan bahsediyorum.
 
Girişimciler nasıl süreci yönetirse onlar gibi fazlasıyla barışık olmaya çalışıyorum kendi bedenimle. Ahlak sınırları ve yaşamdaki deneyimler sonucu fark edilen gerçeklerden oluşan prensipleri de hesaba katıldığında kendinle barışık ve geleceğe ait ilerleme imkanı oluyor insanın.
 
Düşünün bugün ders çalışmak istemiyorum dediğinizi.
 
Carpe Diem deseydiniz spontane yaşamı kabul ettiğiniz için çalışmayıp başarısız olma ihtimalinizi güçlendirdiniz nefsinize boyun eğerek.
 
Tam tersini düşünelim. Tamamen planlı olarak çalışmayı düşündüğünüzde ise bu sefer yapacağım diye uğraşırken bunalacak belki de dersten nefret edeceksiniz.
 
Ben ise kendimi ikna ediyorum. Bunu da çevremde bulunan insanlardan olan delilleri göstererek yapıyorum. Aynı zamanda dersin keyifli olan kısımlarını düşünerek eğlenceli bir araç halini düşünüyorum.
 
Hem egomu bana küstürmeden hem de egoma boyun eğmeden bedenim ile barışık bir yolda planlarımı uygulamaya çalışıyorum. Bazen bedenime söz geçiremesem de sonra yaşadığım olaylar bedenime zorla eğitime tabi tutar gibi terbiye verdiği için o da belli süre sonra yapmamaya başlıyor zaten.
 
Böyle farklı kavramlar ve çift beden varmış gibi konuşmamdan korkmayın. Bahsettiğim bilincimin hormonlarıma etki edebildiğinden bahsetmem.Bunu da irade vasıtasıyla göstere göstere zahmetli bir yol içerisinde daha gerçekçi bir düzeye eriştirebiliyor insan. Tabi ben daha bu yolda emekleme aşamasında olsam da gördüğüm üzere faydalı bir durum.
 
Kısa vadeli planlar beden ile aklın uyumu içerisinde olsa da her zaman orta vadeyi yaşam şartlarında ortada bulunan en büyük soruna göre ayarlıyorum.
 
Mesela en büyük derdim ne? Şu an kariyerde belli bir noktaya varmak, çevredeki birbirine nefret edenler ve bombalanan insanlar. O zaman net hedeflerim de bunları düzeltmeye yönelik uğraşılar oluyor otomatik olarak.
 
Herkesi kardeşi görme ahlakı ile yetişen birisi sürekli yapılan kavgalar ile bölünen bir toplumda nasıl bir huzursuzluk yaşıyorsa ben de o durumda kaldım. düşünebiliyor musunuz? Bir anda binlerce on binlerce tanıdık ile konuşurken uzaklaştım ve yalınlaşma dönemine geçtim.
 
Bu karakter hedefimi tutturmak için çok faydalı oldu bir yandan. Allah’a dua ettiğimde karakterim sağlam olması için böyle zorluklardan geçeceğimi veya böyle sonuçları olacağını bilmeden etmiştim.
 
Hayırlı mı değil mi bilmem fakat duaların iyi kötü fark etmez sana yansıması uzun vadede istediğin sonuçta kabul olduğunu da görmüş oldum.
 
Belki karakterimde çok eksik vardır bilemem ama olabildiğince optimum olmaya ve değişimde iyi olan tarafların fazla olmasına çalıştığım için varsa eksiklerim düzeltmeye de çalışıyorum.
 
Yani orta vadeli plan değişse de onun uygulamasında halen daha düşük verimlilikte de olsa devam etmek gerekiyor. İlgin biter fakat yine de dikkatini çektiğinde direk kısa vadeli bir değişim için kredi açabilirsin ona.
 
Uzun vadeli planlar da öyle yapamadığımda sıkıntı olabilecek durumlar değil. Yapmaya çalışacağım ve her ilerlediğimi gösteren deliller olduğunda da ruhumu huzur içinde bırakan durumlardır.
 
Öyle kariyer olarak bakmayın duruma uzun vadeli planlarda.
 
Örneğin insanlara örnek olabilecek neler yapabilirim?
 
Gelecekte doğsaydım neleri yaparak daha sağlıklı bir ömür boyu yaşamımı sağlardım?
 
bunları düşünerek hareket edince de öyle zorunlu bir hareket değil kendimi eğitme süreci yapıyorum bir nevi. Çünkü gelecek sen nasıl istiyorsan öyle şekillenme ihtimali olan bölgedir. İyilikler ile dizili gelecek hayalleri belki de umulmadık derecede yüksek gelecekte büyük güzelliklere sebep olma ihtimalini ortaya çıkarır.
 
Senin sayende kurtulabilecek veya hayatını geliştirebilecek kişileri düşündüğün anda anlarsın ki uzun vadeli düşüncelerin önemini.
 
Belki 100 sene sonra yaşamayacağım belki 30 sene sonra da. Her nefes bile bir değerdir bu süreçte teste tabi tutulan.
 
Gidemesem bile bir adım ileri en azından uğraştım diyebileceğim. Hem de en verimli ve yapabileceğimin en iyisini yaparak.
 
Belki hayat şartlarım değişebilir belki de hayatım tümden alt üst olabilir belki tüm niyetlerim ve amaçlarımı kaybedebilirim ileride bunu Allah bilir.
 
Ne olursa olsun yollar değişse de hedefler de şaşsa da değişimlerde öz olan dünyayı ve geleceği (ahireti) güzelleştirmek ile ilgili geçmişte yaptıklarım bir şekilde beni belirli sınırlar içerisinde tutabiliyor.
 
Belki geçmişte bu gelecek hayallerim olmasaydı ben de boş gezenin boş kalfası görünümünde söğüşleme (başkasından geçinme) eylemini sürekli yaparak kolayca hayatta kalır ve fotokopi gibi olarak yaşayıp silik birisi gibi hiç olarak yaşar giderdim.
 
Belki de öyle bir hayat daha belki verimli geçer gibi gözükürdü fakat benim yaşamımda çok mağdur olurdum. Öyle olanlar çok olduğu için ülkemiz de bu halde ya zaten. Bilemiyorum. belki böylesi daha hayırlıdır.
 
Neyse, sadede gelelim. Plansız hayat seni rezil eder, sırf planlı hayat ise bazı şeyleri yaşayamadan hayatı kaçırmana sebep olur. Ortasını bulmak en iyisi.
 
Bir gıdım plan alacaksın hayatına ve kendi iç sesini de dinleyeceksin arada. Tabi Ahlak kuralları ve prensipleri keşfettikten sonra hepsi zinciri bir halkaya dönüştürüyor. Bir de Pırlanta gibi karakterin varsa o zaman al sana tek taş yüzük. Kadınlara en güzel hediye, erkeklerin de en ideal halidir bu.

30 Ağustos 2016’ya Kadar Olacaklar Mı?

Arkadaşlar doğruluğundan emin olamadığım sezgisel çizimlerimden çıkardığım izlenimleri bahsetmek istiyorum. 3 Ağustos tarihinde öylesine karaladığım çizimlerde bir şey fark ettim.
 
30 Ağustos’a hükumet tarafından yapılması düşünülen olaylar silsilesini çizmiş olabileceğim.
 
Size şu sakinlikte garip gelebilir fakat umarım gerçekleşmez diyeceğim bir kaç şeyden bahsedeceğim.
 
Eyüp’te bir vahşet hazırlığı içerisinde olabilirler.
 
Garip bir şekilde tekmelenen ve yakılan insanlara benzer siluetler çizmişim. Aynı zamanda yağlı urgan ve idam ile ilgili kararı da o dönemde yapma potansiyelleri var gibi.
Orada bir Semih ismi bayrak sembolleri arasında yer alıyor. Yıldızı da elleri iki yana açık insan şeklinde.
 
Çizimlerde Komutan halkı galeyana getirip Batı kültürü kıyafetlileri süpürme ve kültürü korkuyla değiştirme planları yapıyor olabilir.
 
11 Ağustos çizimlerinde de buna ek olarak Asker ve işid militanı tipler ortaya çıkıyor ve yine idama zorluyorlar bazılarını. Orada birilerine diz çöktürmeye çalıştığını tekrar eden durumlar var.
 
Ardından çölde zorluklar ile doğan çocuk ve barış güvercini ifadesi çıkıyor.
 
Bilmiyorum ama umarım gerçek olmaz. Çünkü bunlar olursa müslümanlık değil sadece vahşet getireceklerinin ön göstergesi olur.

Doğru Olmak ve Odaklı Yaşam

Doğru sözler söylemek ve dürüst olmak demek pek çok işine gelen durumdan vazgeçmek olarak gelebilir size. Gerçeklerden kaçma alanlarını arttırıp darbelerden kaçmak için mükemmel bir ortam hazırlıyor yalanlar. Peki ya neden yasaklanmıştır bunlar?

İnsan her anı bir kere yaşamaktadır. Geçmişe dönüp ben şunu yapsaydım yada yapmasaydım deseniz de değiştiremezsiniz.

Yalan söylediğinizde kendi gerçekliklerinizden kaçıyorsunuz. İlk başta önemsiz ve günü kurtaran bir sözün verdiği kolaycılık ileri dönemlerde abartı biçimde size bağımlılık yapabilme potansiyeline sahiptir.

Ülkemizdeki en büyük problemlerden birisi bahanelerin arkasına sığınma durumudur. Sonra ülkemizde neden tembellik var, neden böyle yalan dolan sarmış etrafımızı diye boşuna düşünüp duruyoruz. Sorunun temeli yine bizde çünkü.

Bazı insanlar korkudan yalan söyleyebilir ve bu durum vücudun verdiği tepkiden olduğu için bilerek yapmazlar. Fakat kolaya kaçma durumu bilinçli bir durumdur.

Düşünelim şimdi.

Sizi yolda üç kişi arıyor.

Birisine ben Ankara otobanında 300 km ile gidiyorum diyorsunuz. İkincisine Trabzonda yaylada çayır çimen dolaşıyorum diyorsunuz ve üçüncüsüne de Antalya’da kumsalda güneşleniyorum diyorsunuz.

Siz de o Sırada Fatih Sultan Mehmet Köprüsü trafiğinde 2 saattir tıklım tıklım ilerliyorsunuz.

Şimdi soruyorum Siz gerçekte neredesiniz?

Herkese göre siz farklı yerdesiniz. Manevi konum olarak hiç bir yerdesiniz. Diyelim Antalyada olan arkadaşı ile konuşsa üçüncü kişi ve o arkadaşı sizi arasa orada göremeyecek. Yani bir hiçi orada zannediyor. Ve siz ona göre olduğunuz konumda yoksunuz.

Bu durum html kodları ile uğraşan insanlar açısından şöyle anlatılabilir.

Döngüde kod bulunamadı. İterasyon durdurulmak zorunda kaldı.

veya bir sayfaya farklı yönlendirme kodu yazın.

Sayfa 404 hatası alır ve sayfa görüntülenemiyor durumuna ulaşırsınız.

Doğru olmak demek kendini farklı insanlara da tanımlama yapmak demektir. Siz başkaları tarafından onaylanarak orada olduğunuzu Şehadet ettiriyorsunuz.

Yalan söylemek korkaklık göstergesidir. Başkaları ile iletişimde buradayım deme cesareti veya şunu yapıyorum deme cesareti yoksa insanın o zaman bir sorun vardır yaşamında halletmesi gereken.

Lam-ı cim-i yok bunun.

Korkaklık diye bu işi genellediğimde işin ciddiyetini kaçırmamanız gerekiyor. Kendi yaptığınız şeyi de onaylamadığınızı da gösterir yalan.

Bir insan kendisinden emin bir iş yapıyorsa yalan söyler mi? Hayır.

O yüzden sizler iyi düşünün derim. Bir insan olarak bazen bedensel olarak istemeden yaptığınız halde yalan yerine doğruyu kendinize alışkanlık etmeye çalışırsanız dünya daha doğru bir yer olacaktır.

Doğru söylediğinizde tüm size gelecek etkiler de size doğrudan gelecektir. Sizinle ilgilenen iyi enerjileri de bir potada ve üzerinizde toplamak için ideal bir durum.

Tabi negatif enerji çekeceğinizi ve herkesin nefretini kazandığınızı düşünüyorsanız o zaman problem sizdedir kendinizi değiştirmedikçe zaten yalan söylemeniz de doğru olmanız da mana ifade etmez.

Sıkıntılı insanların size bu enerjilerini yollayacağını düşünüyorsanız:

  • Değiştirmeye çalışın onun durumunu ve en azından çalışın.
  • Eğer bu durum değiştirilemez veya kronik bir haldeyse uzmanlara gitmesi için uğraşın.
  • Eğer ki değiştirmeniz gereken ilişkiniz ve o da bunu ikiniz de farklı düşünüyorsanız yapacak bir şey yok ortada zaten iki kişi istemedikçe yapacak bir şey yok. İlişkiyi kesin.

Yani doğru olmak da dürüst olmak da mü’min veya müslüman için gerçekten de önemli bir tamamlayıcı öğedir. Bu sıfatlara sahip değilseniz bile ahlaklı bir toplumda huzurlu bir yaşam için gerekli temel taşlardan birisidir.

Umarım dürüst ve her şeyi söyleyebilecek cesarete sahip insanlar olabiliriz. Çünkü toplum olarak buna çok ihtiyacımız var.