Prestij yani İtibar Hakkında

Prestij Hakkında
 
Eski bir yazımda prestijin devletler arasında gerekliliğinden bahsetmiştim.
 
Burada o prestij tanımının yani itibar’dan bahsedeceğim.
 
“İtibardan tasarruf olmaz”
 
bu sözü söyleyeni biliyorsunuz. Erdoğan bu konuda sözü doğru söylemiş fakat bizim görüşümüzde olması gerekenden itibardan farklı yollarda ilerlemektedir.
 
O örnekte itibar’ın devletin halk üzerinde etkileri ve yumuşak güç denilen durum için geçerli olduğundan bahsetmiştim. Yumuşak Güç = Nüfuz olarak adlandırılabilir.
 
Şimdi gelelim konuya:
 
İtibar yani prestij kavramı pek çok yoldan elde edilebilir. en geçerlileri şunlardır:
 
– Güç
– Para / Şaşaa
– Düşünce
– Karakter
– Nesil
 
İlk ikisi emek etkinlik üzere elde edilir diğer ikisi şahsi değerler ile elde edilir.
 
Güç İtibarı
 
Batıda bulunan önemli yöneticilere bakarsanız güç iktidarını görürsünüz. “Onurları için savaşır” ve sonunda Komutanlar yönetime seçilir.
 
Para
 
Venedik konsülü gibi tüccarlar arasında itibar oluşturur. Para sonucu gelen Şaşaalı harcamalar ile görürsünüz. Erdoğan’ın Saray yaparak tüm milletleri ona toplaması örneği ve Arabistan yöneticilerinin Altın merdiven ile uçaktan inmesi buna örnek gösterilebilir.
 
Düşünce
 
Peygamblerler (Tek Tanrı inancı), Konfüçyus, Mevlana, Platon, Marks, Napoleon, Sun Tzu, Cengiz Han gibi yaşam idealleri ile ilgili başarı sağlayan ve toplumlarda kabul edilen görüşlerde görürsünüz.
 
Karakter
 
Ahlak ve karakter dengesi gözeten durumlarda görürsünüz. Dinlerin, Peygamber efendimiz ve onun yolundan gidenleri diğerlerinden ayıran durumlar bunlardır.
 
Nesil
Tanrı kültleri döneminden kalma bir alışkanlık olan Tanrının Oğulları örnek verilebilir. Şu an Yunanistan’da hala Zeus ve nesli itibarlıdır.
 
Altın varaklarda pahalı arabalar altında olan itibar kavramı feodal avrupa’nın prestij kavramlarının yansımasıdır.
 
Bizim Müslüman ekolünde Peygamber efendimizin itibar kavramı geçerlidir. “Ahlak”
 
Halk fakirlik içerisinde kıvranırken çok şaaşalı (gösterişli) hareketlerde bulunulduğunda halk arasında çekememezlik ve fitne oluşmasına sebep olur.
 
Diziler ile zenginliğe yönlendirilmeye çalışılan halk bu konuda bir kat daha fazla huzursuzluk eder. Çoğu film teması zengin malikanelerinde geçiyor. Herkes emeği ile kazanmak imkansız olduğu için kolay kazanca dönmeye çalışır ve tuzaklara çekilirler.
 
Peygamberimiz zekat ve zenginin malını paylaşması da kendini onların yerine koyduğundandır. Erdoğan şimdi kendisine şunu sorması gerekir:
 
“Korumaları bırakıp beş parasız olarak sıradan bir vatandaş gibi yolda yürüse kendisinin beğenir mi?”
 
Çevresinde olan dalkavuklar (menfaat peşinde koşanlar) bunu hiç hatırlatmak istemezler. Eğer gerçekten de onun iyiliğini düşünen ve kendi müslümanlığını düşünen birisi varsa kendisini de diğerlerinden ayrı tutmamak gerektiğini hatırlatır ona.
 
Önemli bir iş için yetişirken yolu kapatılan insanlar bir düğün veya başka şahsi organizasyonlar için yolları kapatılıyorsa orada keyfiyet girer.
 
Evet devlet törenleri ve devletler arası organizasyonlarda önemli güvenlik gerektiren durumlar olduğu için yapılmalıdır. Fakat vatandaş mağdur olmasın diye alternatifler de düşünülmelidir.
 
“Devlet halk ile var olur ve bu yüzden halkı memnun etmek için çalışır”
 
Geçenlerde Saraylar konusunda bir yazı yazmıştım. Yıldız Sarayı ve Huber Köşkü benzeri İstanbul için yerlerden taşınmasının kendi isteğim olarak belirtmiştim bunu da halk ile devlet menfaati dengesi için istemiştim.
 
Çok önemli davetlerde merkezde konumlanabilir. Yıldız Sarayı, Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı gibi saraylar o dönemde İstanbul şehir sınırları dışarısında olan yerlere yapılmıştır. Fatih ve Karaköy şehirdir ilerisi dutluk bahçelerdir. 70 lerde İstanbul’da yaşayanlar dahi bunları gün gibi bilirler.
 
Gelelim tekrar itibar konusunda Müslümanların ekolüne.
 
“Peygamber efendimizin saygınlığı ve itibarı üzerinde laf edebilir misiniz?”
 
2 Milyar insanın kalplerinde yeri vardır. Bunu da sarayları ile ve zor kullanma gücü ile yapmamıştır.
 
Ahlak’ı ve dünya görüşü onu en üst seviyeye çıkaran durumlardan birisidir. Dünya görüşü derken kastım şudur. Allah’a inanç 100 tanrıya inançtan daha mantıklı ve doğrudur. 100 tanrı birbirini yönetemez ve 100 tanrılı bir yaşamda veya tanrıları insanlaştırma olayı insanların gerçeklerinde yer bulması da bu görüşün unutturulması veya değer kaybettirilmesi ile oluşur ancak.
 
Efendimiz ekolünden sıradan bir müslüman tüccar Malezya’yı ve Endonezya’yı Müslüman etmiştir bilenler bilir.
 
Ahlak ve dürüstlüğün etkisi o müslümanı da itibarlı ve hala daha toplum içerisinde hikayeleri anlatılan canlı bir düşünceye dönüştürmüştür.
 
Müslüman ekolü itibarda batılı gösteriş ekolünü de yine men etmiştir.
 
Halk ağzında bir laf vardır dinde de çok görürsünüz.
 
Riya adıyla da anılan gösteriş ile ilgili çok hadis bulabilirsiniz.
 
Gösteriş (Riya): Bir şeyi sırf insanların gözünde dikkat çekici olabilmek için yapmaktır.
 
Bu olay itibar sağlayabilir fakat geçici bir itibar olur.
 
Asıl itibar yaptıklarının doğruluğu ile ve toplumsal dengeyi gözeterek yapılmasıyla olur.
 
Bizim ekolümüzde de bu vardır.
 
Bir Hırka ve Veysel Karani hazretleri ile ilgili durumları bilen ne dediğimi anlar.
 
İtibardan tasarruf olmaz evet
 
Fakat itibar halkı düşünerek oluyorsa o itibardan tasarruf olmaz. Zaten itibar insanların gözünde olan değerdir. Bu da sizin kıstas olarak değerlendiremeyeceğiniz kadar değişkene sahip bir durumdur.
 
Bir Akşemseddin Hazretleri’nin itibarı Öğretmenlik vasfında becerisi ve yol gösterdiği kişiyi götürdüğü başarısıyla bu kadar yüksektir. Öğrencisi Fatih sultan Mehmet’in de itibarı İstanbul’u Müslüman alemine katması ile olmuştur. Hem kendine hem de müslüman dünyasına bir zafer perçinlediği için adı çok duyulur.
 
Başarılar ve topluma katkılar itibara etkisi büyüktür.
 
Einstein bilimsel buluşu ile, Graham Bell iletişime faydası ile, Evliye Çelebi’nin o dönem olan dünyayı tanımlaması ile, Katip Çelebi’nin Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi’nin Mevlana’nın yazıları ile itibar elde etmiştir.
 
İtibar aynı zamanda bir konuda ustalaşma’nın getirisidir.
 
İtibar bazen çok itibarlı bir insanın neslinden gelmekte de olur. Bu görüşte “Fatma kızım olsan da hata yapsan da bana güvenme” hadisi ile aslında bir mesaj da verilmektedir.
 
Peygamber neslinden birisi olsa da itibar nesil ile olmamalıdır.
 
Fakat yine de hürmet ederim. Çünkü onun neslinden olup öğretilerini sahiplenen ve uygulayanların olması da yüksek ihtimaldir. Sahiplendiği için.
 
Fakat insani yetkinlik olarak ve yaşam olarak gerçeklerden uzaklaşan olabileceği için sıkıntı çıkar.
 
Genelde halk arasında şöyle bir ifade vardır:
 
“Ailemizin yüz karası”
 
İtibar konusunda aileden daha alt düzey gördükleri ve farklı gördükleri için söylenir. Diğer türlü zaten birisinin bir şey yapması veya yapmaması başkasını neden ilgilendirir ki?
 
Toplum, Ahlak ve medeniyet formları da itibar ile şekilleniyor.
 
Mafya babası ve Askerin itibarı güç ile sadece sağlanırken Tüccar itibarı gösteriş ile sağlanırken Müslüman itibarı ahlakı ve iyi niyetleri ile sağlanır.
 
Diğer itibarlar ise dönem dönem geçerli olsa da bu üçlüden en bize uygun olan ahlak ve iyi niyet (karakter) itibarıdır.
Yönetici olmak her şeyde üstün olmak değildir. Yönetici olmak diğer insanları dayanışma halinde bir yolda ilerlemesinde yardımcı olmaktır. Bir Çiftçi kendi uzmanlık alanında diğerlerinden üstün olduğu için herkesten itibarlı olabilir. İtibar herkes için kazanılabilecek bir şeydir. Önemli olan yaşamda diğerleri ile ortak bir yaşamda olduğumuzdur. Ego değil eco çizimi vardı onu paylaşacağım:
Evet biz diğer hayvanlardan daha üstün bir şekilde dünyaya uyum sağlama içerisindeyiz ve yayılabiliyoruz fakat bir hamam böceği bizden çok daha güçlü ve ileride yaşayabilecek güçtedir.
“Ekolojide en güçsüz varlıklar kartondan kaplan gibi en fazla etkinliğe sahiptir fakat en güçlü varlıklar uzun vadede yaşamlarını sürdürebilir.”
İnsanlar en güçsüz varlıklardır. Özellikle doğduklarında. Faka dünya’yı tanımlama ve çevreyi şekillendirme konusunda diğerlerinden üstündür. Ta ki doğa şartları ve Allah’ın taktiri olan durumlar onu engelleyene kadar.

Doğru Olmak ve Odaklı Yaşam

Doğru sözler söylemek ve dürüst olmak demek pek çok işine gelen durumdan vazgeçmek olarak gelebilir size. Gerçeklerden kaçma alanlarını arttırıp darbelerden kaçmak için mükemmel bir ortam hazırlıyor yalanlar. Peki ya neden yasaklanmıştır bunlar?

İnsan her anı bir kere yaşamaktadır. Geçmişe dönüp ben şunu yapsaydım yada yapmasaydım deseniz de değiştiremezsiniz.

Yalan söylediğinizde kendi gerçekliklerinizden kaçıyorsunuz. İlk başta önemsiz ve günü kurtaran bir sözün verdiği kolaycılık ileri dönemlerde abartı biçimde size bağımlılık yapabilme potansiyeline sahiptir.

Ülkemizdeki en büyük problemlerden birisi bahanelerin arkasına sığınma durumudur. Sonra ülkemizde neden tembellik var, neden böyle yalan dolan sarmış etrafımızı diye boşuna düşünüp duruyoruz. Sorunun temeli yine bizde çünkü.

Bazı insanlar korkudan yalan söyleyebilir ve bu durum vücudun verdiği tepkiden olduğu için bilerek yapmazlar. Fakat kolaya kaçma durumu bilinçli bir durumdur.

Düşünelim şimdi.

Sizi yolda üç kişi arıyor.

Birisine ben Ankara otobanında 300 km ile gidiyorum diyorsunuz. İkincisine Trabzonda yaylada çayır çimen dolaşıyorum diyorsunuz ve üçüncüsüne de Antalya’da kumsalda güneşleniyorum diyorsunuz.

Siz de o Sırada Fatih Sultan Mehmet Köprüsü trafiğinde 2 saattir tıklım tıklım ilerliyorsunuz.

Şimdi soruyorum Siz gerçekte neredesiniz?

Herkese göre siz farklı yerdesiniz. Manevi konum olarak hiç bir yerdesiniz. Diyelim Antalyada olan arkadaşı ile konuşsa üçüncü kişi ve o arkadaşı sizi arasa orada göremeyecek. Yani bir hiçi orada zannediyor. Ve siz ona göre olduğunuz konumda yoksunuz.

Bu durum html kodları ile uğraşan insanlar açısından şöyle anlatılabilir.

Döngüde kod bulunamadı. İterasyon durdurulmak zorunda kaldı.

veya bir sayfaya farklı yönlendirme kodu yazın.

Sayfa 404 hatası alır ve sayfa görüntülenemiyor durumuna ulaşırsınız.

Doğru olmak demek kendini farklı insanlara da tanımlama yapmak demektir. Siz başkaları tarafından onaylanarak orada olduğunuzu Şehadet ettiriyorsunuz.

Yalan söylemek korkaklık göstergesidir. Başkaları ile iletişimde buradayım deme cesareti veya şunu yapıyorum deme cesareti yoksa insanın o zaman bir sorun vardır yaşamında halletmesi gereken.

Lam-ı cim-i yok bunun.

Korkaklık diye bu işi genellediğimde işin ciddiyetini kaçırmamanız gerekiyor. Kendi yaptığınız şeyi de onaylamadığınızı da gösterir yalan.

Bir insan kendisinden emin bir iş yapıyorsa yalan söyler mi? Hayır.

O yüzden sizler iyi düşünün derim. Bir insan olarak bazen bedensel olarak istemeden yaptığınız halde yalan yerine doğruyu kendinize alışkanlık etmeye çalışırsanız dünya daha doğru bir yer olacaktır.

Doğru söylediğinizde tüm size gelecek etkiler de size doğrudan gelecektir. Sizinle ilgilenen iyi enerjileri de bir potada ve üzerinizde toplamak için ideal bir durum.

Tabi negatif enerji çekeceğinizi ve herkesin nefretini kazandığınızı düşünüyorsanız o zaman problem sizdedir kendinizi değiştirmedikçe zaten yalan söylemeniz de doğru olmanız da mana ifade etmez.

Sıkıntılı insanların size bu enerjilerini yollayacağını düşünüyorsanız:

  • Değiştirmeye çalışın onun durumunu ve en azından çalışın.
  • Eğer bu durum değiştirilemez veya kronik bir haldeyse uzmanlara gitmesi için uğraşın.
  • Eğer ki değiştirmeniz gereken ilişkiniz ve o da bunu ikiniz de farklı düşünüyorsanız yapacak bir şey yok ortada zaten iki kişi istemedikçe yapacak bir şey yok. İlişkiyi kesin.

Yani doğru olmak da dürüst olmak da mü’min veya müslüman için gerçekten de önemli bir tamamlayıcı öğedir. Bu sıfatlara sahip değilseniz bile ahlaklı bir toplumda huzurlu bir yaşam için gerekli temel taşlardan birisidir.

Umarım dürüst ve her şeyi söyleyebilecek cesarete sahip insanlar olabiliriz. Çünkü toplum olarak buna çok ihtiyacımız var.

Tevazu – Mütevazi İnsan, Çakma Mütevazi İnsan

Tevazu kelime itibariyle arapça kökenli olarak hem türkçe hem arapça’da geçer ve taviz vermek manasına gelmektedir. Tevazu yapana da m- ön ek, ile çekimlenir ve Mütevazi insan denilir.
 
Eskiden tevazu eden kişilere baktığımda hangisinin sahte hangisinin doğru olduğunu fark ediyordum ama delillerini ortaya koyamıyordum.
 
Önceden dikkatimi çeken Tevazu içerisinde olan insan ile sadece lafta söyleyen arasında büyük fark olduğunu şu şekilde görüyordum.
 
Tevazu içerisinde olan insan hayatında lüksten şatafattan uzak kavgada karşı taraf inat ile sürdürdüğünde alttan alan oldukça mütevazi oluyordu.
 
Yani öyle Ali Ağaoğlu gibi parasını televizyonda gösterdiğinde yada survivor’da oynayanların kavgalı halleri öyle mütevazi olmadıklarını gösteriyor.
 
Paraguay’ın bir dönem başında olan devlet başkanı tevazu örneği olarak gösterilebilir düzeyde birisi. Tarkan’ın yaptıkları da tevazu örneği olabilir. Düğünü bile sıradan ve öyle şatafattan uzak olmuş.
 
Şimdi bir arkadaş ile konuşurken fark ettim çakma ile gerçek tevazunun önemli bir ayrıntısını.
 
Maddi – Manevi Makam – Mevki konusunda takvalı görünen kibirli insanlar gerçekte dilleri aman estağfurullah ben o kadar iyi değilim der ama içlerinde hep ben en iyisiyim süper egosu içten içe kemirmesi vardır.
 
Kendisi tevazu için söylediği “ben hakir bir kulum” sözü sadece halkı kandırmak için olmuştur.
 
Gerçek mütevazi birisi gizli çakma tevazu içerisinde olan birisi ile arasında farkı, konuşurken, fark etmeden bana gösterecek bir şey yaptı.
 
Çakma mütevazi insan içinde “ben” kibrine bürünürken asla ve asla başkasını örnek gösterecek olgunlukta samimi bir sözde bulunmaz.
 
“Sükut ikrardandır” sözü burada geçerli olur ve gerçekte kendisinden üstün birisini örnek gösteremeyecek şekilde en üstünü benim der psikolojik olarak.
 
O meziyeti reddetmek için başka yollara başvurma kısmını geçiyorum. Çünkü o kısımları da anlatırsam zaten bahsettiğim için bu söylediğim farkındalık gibi uygulamalı olarak ileride uygulamaya çalışacak birileri çıkıp insanları kandırmayı düşünecektir. O yüzden söylemeyeceğim. Bulan olursa da istisna olarak fark edilecek başka açıklar yapar zaten.
 
Çoğu Veli gördüğümüz kişi veya makam sahibi gördüğümüz kişi bu duruma düşmüştür.
 
Herkesin görüşü farklı olabilir özellikle belirtiyorum bazılarınız karşı çıksa da psikolojik inceleme açısından ele alarak bu örnekleri vereceğim.
 
Onları takip etseniz bile hatırlatırım düşünme yetiniz var. İradeniz sadece görmek istediğinize mi inanacak yoksa gerçekleri mi görecek beni pek ilgilendirmez. Çünkü her kişi kendi tercihlerinden sorumludur.
 
Örnek Tayyip Erdoğan. Gördüğünüzde dünyanın en mütevazi konuşmalarını yapar ama bir yandan Mehdi olduğunu kanıtlama çabasına girer bol miktarda.
 
Elinde olsa ben tüm dünyayı yönetmeliyim bakış açısında yaklaştığından sadece kendi menfaati için uğraşıp durur. Sözler ile takva sadece gelip geçicidir. Zaten kendisinden üstün birisini görmemiştir kendi kafasına göre. Bencillik tavandır.
 
Özellikle Said-i Nursi Taraftarlarına Bu Kısım
 
Örneğin Said-i Nursi. Bediuzzaman (Zamanın Sahibi / Zamanın Efendisi manası) denilir.
 
Bedia/Bedi’ = Emsalsiz, Acayip, Hayret Verici, “Alemleri Yaratan” gibi manalara sahip olduğu kadar sıfatlarda Alemleri yaratan yerine Onların sahibi manası çıkan bir ifadeye de gizli olarak müteşekkil olur.
 
Aynı zamanda Bedi-us-semavat-i ve-l ardz kelimesi yerlerin ve göğün yaratıcısı manasındadır kuran’da. Bedi kelimesi de burada geçer.
 
Aynı zamanda Seyyid-ul Kutup denilmesi de benzer manaya gelir ve etrafındakiler bunu söylerken inanarak bu lafızları yakıştırmıştır. Kutup ne demektir.
 
Dünya’nın kutbu demek dünyanın manyetik birleşim noktası odak noktası demektir. Seyyid-ul kutub demek te Seyyidlerin kutbu yani peygamber soyunun en iyisi yani Mehdi demektir.
 
Zaten kendisi de 100 sene sonra çıkacak mehdi’nin öncü mehdisiyim manası çıkacak şeyler kitabında yazıyordu. İsterseniz bakın göreceksiniz bu yazdıklarımı.
 
Hatta Mesih öncesi bir mehdi gelecek ondan evvel de 100 sene evvel bir mehdi gelecek demiştir. O mesihin de gelecek yüzyılda çıkacağını yazıyordu kitabında.
 
Yani Kendisi de yazılarında gerçek niyetini ortaya çıkarmış ve aslında olan bencilliğini göz önüne sermiştir.
 
O kişi böyle söylenildiğinde sadece çakma olarak sıradan bir insanım der fakat gerçekte ona takılan kutup veya zamanların sahibi manasının da yayılmasına sebep olmuştur.
 
Özellikle yazıcıları gelip Kuran’ı el yazması ile yazacağına mavi mürekkepli kalem ile bir kağıda geceleri işten döndükten sonra yazarak bir nevi onu Kuran’dan daha değerli ve öğrenmek için akılda tutmak için yazma merasimlerine girmişlerdir. Salonun en sakin köşesinde o masası durur hatta yazıya devam etmek için sakladıkları yer.
 
Yani yazıcılar ve diğer benzeri bediuzzaman seyyid-ul kutub lafzını bilenler onun peygamber olduğunu kabul etmiş durumdadır fark ederek yada fark etmeyerek haber vermiş olayım.
 
Ardından gelen Fetullah Gülen’in de kendisini Mehdi ilan edecek hareketlerde bulunması, ailesinin mesih gibi isimler vermesi akrabalarına veya farklı bir şekilde Said-i Nursi cemaatinin liderliğinde örgütlenen grubun çoğu kişisini etkilemesi de bu örnekleri çoğaltacak derecede iyi yönde bir cemaat olmadığını göstermektedir.
 
İster inanın ister inanmayın böyle. Siz de okuyup araştırırsanız daha iyi anlarsınız. Umarım mantıklı olarak düşünüp bu gösterdiğim delilleri fark edersiniz.
 
He şimdi gelelim bu takva işine.
 
Bu kadar şeyde hem çevresindeki hocaların davranışı hem onun davranışları dikkate alındığında tevazu konusunda hiç de o kadar gerçekçi bir yaşam içerisinde olmadığı / olmadıkları görülmektedir.
 
Bakarsan Tayyip mütevazi hareketlerde bulunurmuş gibi yapar ama gelir saray’da oturur ve diğer insanları hakir görür. Bakarsan Said-i Nursi mütevazi konuşur ama kitabında gerçek amacını belli eder.
 
İşte durum böyledir. Gerçek mütevazi içerisinde olmayan pek çok insan göz boyamak için hareketlerde bulunur. Evet belki pek çok davranış olarak mütevazi olur ama gerçek niyetler ayrıntılarda gizlidir.
 
Burada gördüğüm kadarıyla şeytana aldanma ile gerçeği ayırt etme arasında olan en ince çizgiyi de umarım biraz fark ettirebilmişimdir.
 
Çünkü bu tip insanlar şu an süper egolarıyla hepimizin çevresinde mütevazi görünerek insan kandırmak ile uğraşıyor. Hatta bunlar öyle dindar alimler adı altında veya makam yöneticileri olarak her yerde görebilirsiniz.
 
Biliyorum bu yazıyı okuyunca pek çok iki düşman bir de etrafa iyilik perisi gözüken grubun taraftarlarının nefretini kazanacağım.
 
Fakat 2011’den nefret suçu işleyen pek çok kişiye göğüs germeyi az buz öğrendim. En azından masum olanlar farkında olup kurtulsun gerisi önemli değil benim için.
 
Asıl Sorun
 
Toplumumuzun en büyük sıkıntısı Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi Mezhepçilik, Milliyetçilik ve Terör değildir ayrıca.
 
Toplumumuzun en büyük sıkıntısı insan olmayı bilmemektir. Herkes bir taraftar olma derdinden kurtulup savaş kafasından çıksa zaten her şeyden kurtulacak.
 
Yani en büyük sorun Taraftar olmak. Kul gibi, köle gibi olup bir şeyi körü körüne sahiplenmek.
 
O yüzden “Taraf olmayan Bertaraf olur” diyerek savaş mevzilenmesi yapan, düşmanlık ile insanlara nifak sokmaya çalışan Tayyip Erdoğan asıl sorunu kaşıyan insandır.
 
İsteyen inansın isteyen inanmasın başkasının görüşüne saygı duymayan, aklını kullanmayıp hayvan gibi birilerini sadece kendisi gibi değil diye kıran kişilerin hepsi sorunun baş aktörleri.
“Başkasını Tanrı gören de kendini Tanrı gören de Mütevazi olamaz.” (Kaynak bu yazıyı yazan) Mümin ve Takva ehli denilen de buna dahildir. Ne hakir görür ne de hakir görülür denilen vasat bir yol takip eder.
 
Takva veya Tevazu göstermesi için bir insanın da ne bencil bir egoda olması lazımdır nede kendisini yerdirecek ölçüde aşağılık görmesi lazımdır.
 
Tevazu dediğin sevgi ve ilgi görerek insanların belirli süre güçlü ve gerçekten kontrol sahibi olacak kadar olgunlaşması, başkasının çocukca veya bilgisizce yaptığı hareketleri onu sert bir şekilde kötülük ile durdurabileceği halde iyilik ve iradenin gücü sonucu durumundan anlayarak düzgün bir şekilde fark ettirmesi veya başarılı meziyetleri ile üstün yetenekleri olsa da kendisini de diğerleri gibi görerek onlar gibi düşünmesidir.
 
Tabi bunun sınırları da göstermelik gizli tevazu ile asıl tevazu gibi iç kısmı vardır o da üstte anlattığım yazıda fark ettiğim kadarını anlatmaya çalıştım.
 
Belki de çok daha detaylısı vardır ama o da artık ben yada başkası fark ederse onu yazar yada söyler. İyi günler…