Sistemsel Evrim Hipotezi

Sistemsel Evrim Hipotezi
Dönemin yenilikçi sistemleri büyük bir hızla gelişmeye başlar ve çevresinde dominant güç olarak egemen olurlar. Ardından gelen bu dominantlık dönemi bitince içte bulunan yeni en güçlü olan akıllı olanı yenmeye çalışır. Bu güç birikimi hızlıca büyümesine sebep olur fakat o bölgenin yıkımıyla sonuçlanır. Ardından akıllı olan güç tekrar etkin olur ve uzun bir müddet o sistem değişene kadar hüküm sürer. Dünyada yeni sisteme adapte olanlar olur olmayanlar da onun hükmü altına girer. Girmeyen bazı kesimler de düşman gibi olarak sonraki sistemin altyapısını oluşturacak bilgi, sermaye, güç birikimini oluşturmaya başlar.
Hipotezimi bu şekilde neden hazırladığımı soracaksınız. Bu iki sistemi de o dönemlerin yenilikçi ve dominant sistemleri üzerinden açıklamalar yapacağım.
1) Askeri güç olarak güçlüler dönemi barut devri imparatorluklarından bahsedeceğim. Osmanlı ve Timur’u iki güç olarak ele alırsak Müslüman ve Türk kültürünün liderleri olarak ele alınabilir. Bu iki gruptan Osmanlı akıllı ve sistemleştirerek hareket eden bir devlet Timur ise güç hakim olduğu, ana Türk topraklarında bulunan daha az sistemleşen bir devlet olarak gözükmektedir.
Timur Moğol imparatorluğu sevdasıyla çıktığı yola çevrede bulunan tüm Müslüman devletlerin güçlerinin sarsılmasını sağlayarak dağılmasına ortam hazırlamış ve Hristiyanların nefes alıp güçlenmesine sebep olmuştur.
Timur 100 senede devleti yıkılmış ve onlardan arta kalan bir hanedan çok daha farklı topraklar olan Hindistan’da yaşam sürmeye başlamıştır. O bölgede bulunan en uzun süreli Müslüman devletinin yerine geçip Delhi İmparatorluğunu da yıkarak aslında Hindistan’da kültürleşmiş Müslümanlığın egemenleşme hızını azaltmıştır.
Görüldüğü üzere Timur’un devleti nereye adımını atmışsa sistemi bozmuş ve başka sisteme yer hazırlamıştır. Osmanlı ise oradan kurtulmuş ve yeni sistemin egemeni olarak 1700 lere kadar Dünya’nın egemen gücü olarak sistemini yürütmüştür. Ekonomik devir yani Kapitalizm devri başlayana kadar da sürdürmüştür egemenliğini.
2) Ekonomik güç olarak güçlüler dönemi kapitalizm devrinden bahsedeceğim burada da. İngiltere ve Almanya iki güç olarak ele alırsak iki Anglo-Sakson ve Protestan kültürleri liderleri olarak ele alınabilir. Bu iki gruptan İngiltere akıllı ve sistemleştirerek hareket eden Almanya ise güç hakim olduğu orijinal Alman topraklarına sahip devlet olarak gözükmektedir.
Sanayi devrimi ilk İngilterede olmuş ve Avrupa büyük bir sistemsel dönüşüm ile tüm Dünyayı sömürmeye başlamıştır. Burada orijini Kutsal – Roma Germen imparatorluğu ile Roma gibi birleşik Avrupaya gitmeye çalışan Almanya da Avrupa mirasına sahip olmak için adımlar atmıştır.
Almanya birleşik Avrupa sevdasıyla çıktığı yolda çevrede bulunan devletleri iki defa büyük dünya savaşı çıkararak Avrupa’nın içerisinde büyük yıkımlara yol açmıştır. Bu yıkımların neticesinde büyük bir sistemsel çöküş yaşanmış ve Avrupa bütün sömürgelerinden uzaklaşmak zorunda kalmış ve hepsini gizli elleri ile yönetmek zorunda kalmıştır.
Almanya şimdi de AB üzerinden aynısını Hindistan’da yerleşen Timurlar gibi yapmaktadır ama Babür şah gibi Avrupa’nın özünü kaybetmesi ve kültürleşme ve sistemleşmesine ket vuracak hamlelere yol açacaktır bu da ileride.
Yeni sistemde ise İngiltere artığı Amerika, Avrupa ve Rusya üstün güçler olarak gözükmüş olup Osmanlı, İran ve Hindistan gibi Kapitalist rejim üçlüsünü ortaya koymuşlardır.
Çin ve Müslüman dünyası iki büyük rakip olarak gözükmektedir bu yeni sisteme. Çin özellikle dominasyon konusunda daha tecrübeli olduğu için pasifist sistemleri dışında ileride büyük güç olma imkanına sahip. Girdiği yerleri sistemsel olarak dönüştürme ve zorlamalar yapmaktadır. Aktif ve hareketli olan Türkler, Batı dünyasını da Çin’i de binlerce yıldız saldırarak sömürge ede ede durdurmuşlardır.
Ayrıca Roma dönemi Roma sistemini almaya çalışan güç iktidarı Attila da aynı şekilde Roma ile savaşarak her gittiği bölgeyi yıkıma uğratmıştır. Macaristan’ın sistemleşmesini sağlayan ve Türklerin kalıcılığını sağlayan da Roma kanunlarının alınması olmuştur. Aynı zamanda Türklerin geçici yıkıcılıkları da o dönem farklı sisteme geçerken olan hata nedeniyle etkisi azalmıştır.
Roma devrine de baktığımızda Batı kültürünün egemenliği alma devresinin İskender döneminde Persler ile savaşları sonrası böyle bir yıkım ile başladığını göreceksiniz. Yunan ve İran savaşları iki benzer kültürün birbirine savaşıdır. Fakat ikisinin yıkımı sonrası çok uzak diyarlarda bir italyanın ücra kolonisinde başlayan yeni güç ise bu iki gücün yıkımından yeni güç olmuştur. Kalkanlı piyade askerler ve roma dönemi de buradan itibaren başlamıştır.
Baktığınız üzere sistemler devri daim içerisinde gibidir. Liderlik İlk önce Roma’da sonra Türklerde ardından Avrupalılarda olmuştur. Bu kutsal emanetler gibi birine geçtiğinde avantaj sağlayan dönemler diğerlerinin gücü ele almasına kadar sürmüştür. Müslümanlık güneyde başlattığı ivme ile Türklerin etkisiyle birleşince de İran üzerinde rezone etki yaparak yeni kültürün oluşmasını sağlamıştır. Nasıl ki Avrupa’da Protestanlığın Almanya’da rezone olması gibi bu da sistemsel güç odağı bölgeyi oluşturmuştur.
Sistem olarak evrim geçiren büyük değişimler yapanlar hep aynı istikamette ilerlemişlerdir. Bu ilerlemeler sonucu sistem büyümüş gelişmiş, kendi içinde engellenip sonraki sisteme kadar gücünü kaybede kaybede ilerlemiş ve yeni sistem gelişince de yerini ona bırakmıştır. Neden dünyada tek sistemin olmadığı ve bu tekelleşme olmadığı da garip bir evrimsel denge olarak görebiliriz. Hayat herkese bir defa söz hakkı veriyorum yada gelişimi çok yönlü yapıyorum ki herkes nasiplensin gibilerinden bir etkide olmuş gibi düşündürtüyor.
Ne bileyim bu sistem kurulurken herhalde insanlar önceden sözleşmişler birbirimizi seviyoruz ama her birimizin özelliklerini gösterip egemen olduğumuz devir olsun diye düşünüyorum. Öyle bir izlenim elde ettiriyor bana bu sistem dönüşümleri.

Neden Almanya?

Neden Almanya? (Origins’ Terrorital name of Deutshcland)
Ön not: 
Yazılarıma bundan sonra kültürel bilgilendirme esaslı olarak devam etmeyi düşünüyorum. İleride süreci daha farklı yollara aktaracağımı belirtmiş olayım.
A) Neden Almanya?
Almanya devleti Germany – Deutshland – Niemchy – Sakse gibi isimler ile de anılır.
Çeşitlerin çok olmasının sebebi o bölgede yaşayan kültürün izlerini farklı kültürlerin farklı algılamış olmasından gelir.
Evliye çelebi seyahatnamesini okuyanlar Osmanlı döneminde Avusturya ile olan her savaşta Nemçe ordusuyla savaştıklarından bahseder. Gittikleri diyarlara da Nemçe diyarı derlerdi.
Okuduğumda Avusturya = Nemçe diye düşünürdüm. Ta ki kültürün izinden gidip devlet isimlerini neden böyle olduklarını merak edene kadar.
Gelelim konunun detaylı açıklamalarına. Neden bizde Almanya ingilizce’de Germany ama kendi dilinde Deutchland.
Başlangıcı dilimizde bulunan haliyle başlayalım:
1) Almanya
post roman european tribes
Bismark öncülüğünde Alman konfederasyonunu birleştirince bizim devlet ne isim vereceğini bilememiş olacak ki o dönem kültürel etkisi büyük olan Fransızca’dan almıştır devletin adını.
Fransızca Allemagne olarak adlandırılır. Magne (Büyük) Alle (Göç) manasına gelmektedir. Yani Kavimler göçü = Allemagne Fransızcada.
post roman european tribes1
Almanya bize Fransız etkisiyle geçmiş bir kelimedir. 1870 yılında Prusya devleti Otto von
Büyük göç adı Hun göçmenlerin sürdüğü kavimlerin Roma’nın Ren (Rhein) ile Tuna (Danube) nehirleri arasına göçtüğü yerde birleştiği topluluktur.
Yine Kültürümüz izinden gidelim. Gelelim Avusturya arşidüklerine ve krallarına verilen Nemçe ismine.
2) Niemchy
almanyanın asıl ismi garamantia alle magne deusland nemchy
Slavların ve Macarların kullandığı bu isim Slavca’da Nie (Hayır) M (Movic’ =Dil) manasına gelmektedir. Yani Slavcayı bilmeyen kabilelere onların verdiği isimdir.
Türkler de ilk geldiklerinde o bölgede Slav ve Macarlar olduğu için onların aracılığıyla bize geçmiş Nemçe kavramı aslında Avusturya’yı değil tüm Almanya devletini kapsayan bir isim olarak kullanılmıştır. Tabi Slavlara göre biz de Nemçe’yiz bu duruma göre 😀
Gelelim kendi kültürlerinde olan tabirlerine
3) Deutshland
Eski Almanca’da “Diutisc” kelimesinden gelir. İnsanlara ait de denilir. Tabi o dönemde insan kavramı “Teutons – Theodiscus – Deut – Dew” gibi tabirler ile o bölge insanları kendilerini adlandırdığı için onların bölgesi olarak da söyleyebiliriz.
Dutchland diye bildiğimiz Hollanda’nın isminin de başka devletlerde 1600’lerde Alman bölgesi olmasından kaynaklı böyle denildiği düşünülebilir.
İsveç ve Norveç halkları ile olan akrabalıkları nedeniyle o kültüre benzer isim olarak adlandırılmıştır o bölgenin adı. Tyskland (Tusk – Disk bölgesi diye de adlandırılabilir)
Gelelim yakın akrabaları İngiltereliler nereden bulmuş bu ismi.
4) Germany
9fbb9459778950af7e54bc93a3700f29
Roma döneminde Latince’de Magna Germania olarak adlandırılırdı bu Baltık’a kıyısı bulunan bölgelerde yaşayan kabilelerin hepsine.
Neden roma adıyla kurulduğunu da açıklamış olayım.
İngiltere kavimler göçü sonrası Roma’nın kültürel etkinliğinde kurulduğu için bu ad daha geniş olarak kullanılmıştır. England diye bildiğimiz yerler de Angle-Terra’dan yani (Anglo bölgesi) anlamına gelmektedir. İngiliz kralları ve kraliçeleri de yönetim romalılaştığında İngiltere demek yerine Roma adıyla Britanya adıyla kullanmıştır. Yani tamamen Roma’nın devamı’dır İngiltere kraliyet ailesi.
Germania tabiri aynı zamanda Ortadoğu’da da çok kez kullanılmıştır fakat devlet olarak da kültürel miras yoluyla uzak akrabalarının kullandığı isimler ile kullanmıştır.
Akkirman kalesi (Dinyester nehri kenarında Ukrayna topraklarında) kerman yani german kelimesinden gelmektedir kök olarak.
9fbb9459778950af7e54bc93a3700f291
İran bölgesinde olan Kermanshah şehri ve Kerman bölgesi de Almanya’nın Roma döneminde olan adı ile aynı kök olan German’dan almaktadır.
Hint-Avrupa dillerinden olan ve proto-Teuton’ları (I1a1 gen) ezen bir grubun orada egemen olması sebebiyle German (R1b) adıyla bu adı aldığını düşünüyorum.
Gelelim dünyadan farklı olarak ad veren nadir devletlerde kullanılan isime.
5) Sakse
Saksa veya Saksei olarak adlandırabileceğimiz bu ismi Finlandiyalılar kullanıyorlar. Almanya’da bulunan ve Orta çağ başında Baltıkta bulunan sonra da Çek sınırına doğru küçülen Saksonya kabilesi ile o bölgede sürekli temas ettiklerinden dolayı kullandıkları bir isim olduğunu tahmin ediyorum. Tabi Saksonları sürekli batıya sürdükleri için de bu ismi almış olabilir burası.
6) Vacija – Vakietija
Letonya ve Litvanya topraklarında kullanıldığı bu ad Romence’de Vaci-ja yani İnekler Ülkesi demek.
Ja eki Türkiye’de de son ek olarak kullanılmaktadır devlet yada bölge manasında. Türki-ye de buradan çıkmaktadır.
B) Sonuç
Kültürel bağlara baktığımızda o bölgeye ilk Dacia – Thracia – Teutsia kavimlerinin hakim olduğunu görüyoruz.
Ardından Litvanya ve Letonların o bölgeye geldiğinde onlardan adı aldıkları ve İnekleri bol bir bölge olduğunu görüyoruz. Onların da adları Batılılar tarafından Germania (R1b) olarak bilindiğini anlıyoruz.
Romalıların da en güçlü döneminde o bölgeye hakim olan bu Germania’lılar doğu’dan gelen Hun göçleri ile batıya göçmesi sonucu Fransa ve topraklarında olan halka da Allemagne / Alemanni adıyla anıldıklarını görüyoruz.
Finliler ise o dönemde kuzeyde göç ederken eski Rus topraklarında Saksonların yaşadığını anlıyoruz son olarak. Rusların ve Polonyalıların adının da o insanlara Sakson (R1a) adıyla bilindiği anlaşılıyor. Sakson adının Saka, Scythia ve İskit ile de bağlantısı bunun delillerini güçlendiriyor.
Slavlar da Sakson adıyla batıya doğru göçtüğü dönemde o yeni karşılaştığı kültürün konuşmalarını anlamadıkları için o dönemde o insanlara cahil veya dil bilmez anlamında olan Niemchy adını verdiklerini görüyoruz.
Macar- Türk ve benzeri sonradan gelen göçlerin de Slavların öğrettikleri gibi öğrendiklerini anlıyoruz.
Sonradan devletlerin tabi oldukları devletler aracılığıyla veya hayran oldukları kültürler aracılığıyla isimlerin tekrardan değiştiğini görüyoruz. Rusların Almanya ile iletişimlerinde Nemçe olarak kullanması gerekirken Germania olarak bilmesi ve Türklerin de Almanya olarak adlandırması bunun en büyük kanıtı.
Resmi tarhiler dışında kültürün o dönem adlandırılmaları ve ilerlemeleri koşullarında güzel bir çalışma olduğuna inanıyorum.
En azından kültürün isimlerde olan etkilerini de görerek kimlerin hangi kavimler olduklarını da iki taraflı onaylamış oluyoruz.

God of War (Tanrıların Savaşı)

God of War (Tanrıların Savaşı)
 
Dünya üzerinde bir görünen savaş var bir de görünmeyen savaş var. Görünmeyen savaşlar daha çok egemen kim olacak savaşı olarak anılabilir.
 
Fakat daha ilginç bir savaş daha var.
god of war2a
Tanrılar savaşı olarak adlandırılabilecek bir God yani Kut savaşı.
 
Almanların kültürel kökenleri sebebiyle Titanlar’dan geldiklerini bahsetmiştim eski yazılarımdan birisinde. Roma kültüründe hz. İsa figürü de tanrılaştırıldığı için onu da ekledim. Aynı zamanda Amerika’nın da nasıl bir İsrailiyat fikri ile oluşan bir grubu olduğundan bahsetmiştim.
 
Bu fikre sebep olan en net sebep Fetullah Gülen’in 17-25 Aralık mesajlarıdır.
 
Bunu da yazımda yazdığım halde tekrar edeceğim.
 
İncil’in 12. parçasının Ezekiel (Hezekiel) 17 – 25 bölümlerinde geçen ifade şu şekildedir:
 
”Erdemli adamin yolu kotu niyetlilerin insafsizliklari ve bencilikleri ile doludur . karanliklar vadisinden gecerken kardeslerine rehberlik eden kisi kutsanmistir . kayip cocuklarin kurtaricisi ve hamisi odur . kardeslerimi yok etmeye ve zehirlemeye calisanlardan buyuk ofke ve gucle intikam alicam . senden intikam aldigim vakit adimin tanri oldugunu ogreniceksin .”
 
 
17-25 Aralık dönemi itibariyle “hırsız” kelimeleri ile operasyonlara başlamışlardı.
 
Fakat işin garip yanı sonradan Erdoğan da bunlar arasına katılır gibi bir görünüm elde ettirdi bende. Lafa değil icraate bakınca görülen durumlardan bahsedeceğim biraz.
 
Sözlerinde pek böyle bir izlenim elde edilmemektedir bunu ilk başta söyleyeyim. Varsa da hatırlamıyorum.
 
Devlet yönetiminde insan olduğunu bilmek ile tüm gücün elinde olduğunu düşündüğün bir vasıfta olduğunu (Tanrı) olduğunu düşünmek arasında küçük nüans farkları vardır. Bu sınırlar içerisinde olduğu müddet insan “Ben oldum” demez ve dünyaya egemenlik için değil görevini en iyi şekilde yapmak için bir şeyler ile uğraşır.
 
Devlet denilen kavramdan geçenlerde bahsettiğimde Allah’ın sözlerinin yeryüzünde uygulaması olduğundan bahsetmiştim.
 
Bu sözümü biraz açayım.
 
Cumhuriyet kültürü haricinde devlet ikinci dünya savaşı sonrası dönemlere kadar Kral yada Kraliçeler Devlet olarak tanınırdı.
 
Haklarında dava açılamaz ve her yaptıkları hak olarak görülürdü.
 
Vatandaşların uğraşması sonrası 1950’lerde ilk defa Tayyip Erdoğan’ın makam olarak olmayı çok istediği Kraliçe’nin makamı ile devlet’in vasfı ayrıldı.
 
Kraliçe bir şahıs ve Devlet ise bir Tüzel kişilik olarak adlandırıldı. Artık vatandaşlar devletlere ve kraliçeye dava açabildiler.
 
Hukuk ise devletin adaleti olarak adlandırabiliriz. Bu kurallar da bahsettiğim kısım olan Allah’ın adaletinin uygulanması gereken noktadır.
 
Bir devlet içerisinde vatandaşlar da hukuka uymalıdır yöneticiler de uymalıdır.
 
Devletin bekası için gereken yapılmalıdır sözünü bilirim fakat bazı şartlarda temel haklara aykırı şartlar oluşuyor.
god of war2
Mesela 15 Temmuz sonrası şartlarda saldırgan olanlara hukuki kurallar gereği olabildiğince açıklamaları ve kuralları konulması gereken kısımlar çok geniş yetkiler ile dar anlatımlı olarak tek taraflı özgürlük vermek bu konuda büyük sıkıntılar doğurur.
 
Bu olay ve örgütlenmeler devlet içerisinde devlet erki oluşturma durumlarıdır.
 
Devlet güç kullanma otoritesi ve hakimiyeti olan bir erktir ve paralel yapı oluşması bu cümle devlet içeriğinde zararlı faaliyetler yapanlar yada devlet dışında bölgede egemen güç faaliyetlerinde bulunan her durumda geçerlidir.
 
PKK da Fetö’de paralel olmaya çalışan devlet ve ortak olmaya çalışan devlet kıvamındadır.
 
Hukuk dışı eylemler ile Erdoğan’da kendi devletini oluşturma eylemlerinde olmuş olduğu için tehlikeli bir duruma geliyor. Tabi umarım ben yanlış düşünüyorumdur.
 
Evet zor dönemlerden geçtiğimizi ve bazı şartlarda gücün sağlam olması gerektiğini ben de düşünüyorum fakat bu süreç seçime kadar sürecek gibi duruyor.
 
2019 seçimlerinde bu KHK ve olağanüstü haller ile girersek seçim sadece göstermelik bir seçime dönecek gibi duruyor.
 
Ayrıca Tanrı gibi davrandığını düşündürecek sebebim Evrensel Hukuk ve ülke hukukunu hiçe sayarak yaptığı faaliyetleridir. Mit’te bile hukuksuz eylemleri hakimler karşısında konuşacak olduğunda bile cumhurbaşkanının iznine tabi olması da buna bir örnek olarak gösterilebilir.
 
Evet Müslümanlık için iyi şeyler yapsa da hukuk çerçevesinde olması en azından Türkiye devlet hukukunu tanımıyorsa İslam hukukunda burasının İslam devleti içerisinde olduğu gibi hukuki davranması gerektiğini de hatırlaması yararlı olur.
 
Bir devlet vatandaşı ve bir müslüman olarak burada yapılanlar konusunda herhangi bir vatandaşa bir daha haksız olarak suçlama yapılmasını istemiyorum. Özellikle önceden de söylemiştim.
 
Google Play’de “Kilit Ekranı” yazınca bile ByLock çıkıyor diye. Android ile geldiğini bilmediğim için o dönem farklı Kilit ekran deseni çıksın diye eski telefonumda aradığımda görmüştüm. Açıklamaları okuyunca da ya watsapp veya messenger var kim bunu yükler ki boşuna yapmışlar diyerek hiç dokunmadan geri çekilmiştim. Sonradan anladım Android 4’ten Android 6 ya geçince kilit ekranının istediğim versiyonunun onda olduğunu * teknolojiden anlasam da saf olduğum taraflarım var oluyor ilk defa karşılaştığımda*
 
Sonradan ortaya çıkmıştı ki o kullanıcıların bazılarına ezan uygulamalarından bağlantılar kurulduğu. Yani bilmemiş olunsa da arkası tam araştırılmadan tam bilgiye sahip olunana kadar tahkikat edilmeden hareket edilmeden ilerlenilmemesi lazımdır bazı konularda.
 
Evet şüphe varsa idari tedbir uygulanır ve savcı izni ile göz altına alınarak takip edilir. Bunlar normal durumlardır. Fakat böyle hemen suçu yapıştırıp hepsini mahkemeye çıkarınca mağdur olanları arttırıp oy kaybetmek de olasıdır. Hem de şimdi gelip sınırsız yetkiler verilince seçimler kaybedilirken oyların sayımında haksızlıklar görenlerin müdahele etmesinde bile düşmanca bir tutum ile cana kıyılma potansiyeli vardır.
 
Sonradan hukuki olarak masum olduğu kanıtlanacak kişiler canları olmadıktan sonra neye yarar masum olmaları. O yüzden seçimler öncesi bu süreçte seçim meşruiyetini gölgelememek için bu durumu göz önünde bulundurulması gereklidir.
 
Neyse başlığın konusuna geri dönelim.
 
Gördüğünüz gibi dünya’da gayrı resmi bir Tanrılar savaşı mevcut. Bu savaşta çevrede gördüğünüz gibi egemenlik sahaları yaklaşık belirgindir. Humeyni ve Aliciler olarak eklemedim. Çünkü özellikle Ali peygamber hatta tanrıdır diyen aleviler olsa da emin olamadım.
 
Çinlileri de ateist yani Anti tanrıcı olarak ifşa ettim.
 
God of Wars tüm hızıyla sürüyor. Bakalım insanların idraki ne zaman yerine gelecek ve tanrılar müessesesi ne zaman gerçekten de tek olan ve bütün evrenlerin yaratıcısına kalacak merak ediyorum.
 
İyi günler dilerim.

Osmanlı’da 1770-1922 arası Demografik Yapı Değişimleri ve Rusya’da Sürgün diğer adı Techir Hareketi

Osmanlı dünyası 1699 yılından itibarn gerileme dönemine girmiş ve bu 1770 yılına kadar sadece Macaritan ve Kırım bölgesinde olmuştur. Yalnız o tarihten sonra çözülme sürecine girmeye başlayan Osmanlı’da giden topraklarda aynı anda Müslüman nufusu yeni ele geçirilen topraklarda yapılan baskı ve katliamlar sonrası Osmanlı’ya geri dönmeye başladılar. Bu da aynı zamanda yolda fire veren insanlara sebep oluyordu.

Aşağıda görülen Osmanlı topraklarına göç resmine göre (Osmanlı’da nufus hareketleri arşiv bilgilerinden alınmıştır ve bazı göç hareketleri olmuş ancak sayısı belirli değildir o dönemdeki arşivlerin savaş sonrası kaybolmasından dolayı) bu dönem içerisinde yaklaşık 5 milyon Müslüman topraklarından zorla göç etmiştir. Bir yandan bu topraklarda yaşayan insanlar içerisinde bazı Hristiyanlar da devletin sağlığı açısından göç ettirilmiş veya kendi kendilerine yeni kurulan devlete göç etmişlerdir. Bu insanlar oranına baktığımızda yaklaşık olarak 1.7 milyon kişi gözüküyor.

Resim

Bu Birinci dünya savaşı sırasında ve sonrasında oluşan askerin yerini dolduran yerlerde müslümanlar, dış ülkelerde Türkiye’nin gittiği yerlerde ise hristiyanlar yer değiştirmiştir. Ve bu 1.7 milyon insan içerisinde nufus mübadelesi ile göç eden insanlar da dahildir. 1915-1922 arası göç ettiği bilinen 800.000 ermeni ve 850.000 yunan vardır. Ve 1917 yılında zorla göç ettirilen doğu anadolu’daki müslüman sayısı da o bölgede 1-2 milyon arası değişmektedir ve oradaki siyasi boşluk nedeniyle yaşanan iç savaş nedeniyle de iki taraf için de kayıplar mevcuttur. Yani orada bir katliam olmayacak kadar nufusun göç sayısı belirgin ve iki taraflı bir kayıp söz konusudur. Osmanlı’nın techir yapmasında esas neden ülkesinde yaşayan halkın müslüman nufus oranı her şehirde çoğunluk olmasıydı. Tabi o dönemde savaş ile kaybedilen ve asker olarak yollanan erkek nufus nedeniyle azalan demografik durum nufus kağıtlarında eksi olarak gösterilince (o dönemde nufus cüzdanı sadece kadınlara veriliyordu) oradaki Ermeni halkı da hem güvenli bölge hem de nufusunda müslümanı fazla diye o topraklara göç ettirildi.

Gel gelelim Rusyaya. Osmanlı’da uygulanan güvenlik için göç uygulaması Rusya için en klasik ve kolay yöntemlerden birisiydi. Birinci Dünya Savaşı öncesi istemediği nufusun yerini değiştirme adeti olan Rusya bunu birinci dünya savaşında savaş esirlerine yapmış ve toplumsal olarak istemediği toplumları da baskı altına alıp isyan edenleri öldürme raddesine gelmiştir. Birinci dünya savaşı sırasında iç isyanlar nedeniyle pek kayda değer bir techir olayı görülmese de ikinci dünya savaşında Alman istilası başladığı andan itibaren Kafkas, Baltık, Volga ve Kore civarındaki yabancı kültürdeki insanları o zaman için en güvenli bölgesi sayılabilecek çöl toprakları olan Orta Asya’ya götürüldü. Bu götürülen insan miktarı yaklaşık olarak 1.7 milyon kişi olmak üzere aşağıdaki şekilde görüldüğü gibidir.

Resim

Yani Osmanlı’da uygulanan techir olayı da en azından Orta Asya ile tipik aynı özellikte bulunan ve daha yakın bulunan Suriye’ye 440.000 kişi civarında yapılmıştır. Yani aslında bu techir olayı yani güvenlik için göç ettirme olayı o dönemin uygulamalarından birisiymiş. Tabi bu şimdi bir savaş çıkarsa aynı şekilde yapılmayacak diye bir şey demenin garantisi yoktur. Durum budur. O dönem adıyla gayrı-müslim insanlar topluma çok katkıları olan insanlar ve senelerdir bir arada toplumda yaşamışlardır. Burada yapılan soy kırım iddiaları yersiz ve haksızdır. Topraklardan göç ettirilmesi olayına ben de karşı olsam da o şartlarda her devletin yapacağı klasik bir yöntemi denemiştir. Fransa ve Belçika başta olmak üzere başka bazı sömürgeci devletler o dönemde bunu da yapmayarak direk sömürge ve faşizm ile oradaki insanları öldürmeleri yerine çok daha iyi bir yöntemdir. Tabi o dönemde siyasi boşluk ve anarşi oluşan Anadolu topraklarında insanların birbirini öldürmeleri de çok normaldir. Gayri müslimlerin söylediği kadar Müslüman topluluğun da ölü miktarları çoktur. Bu iç savaş tarzı bir durumdur. Gözüken o ki o 1770-1922 arası dönemde mağdur olan kesim nufus olarak bakıldığında müslüman çoğunlukta olmuştur. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sonrası gelen yeni yönetim de bu durum bitmiş ve başka yeni toplumsal değişimler yaşanmıştır. Onlar da gerekirse onunla ilgili özel bir konuda başlık açarak anlatırım.